Resmî Dil ve Anadil Meselesi
Türkiye’deki liberal ve demokrat etiketini kendisine layık gören bazı gazeteciler Kürt meselesinin aslında Kürtçe meselesi olduğunu, anadilde eğitim ve kamu hizmetlerinde Kürtçe kullanılmasına izin verilmesinin meselenin çözümü açısından hayatî olduğunu savunuyorlar. Gerçekten öyle mi?
12 Eylül darbe yönetiminin akıl almaz politikalarından vazgeçileli yıllar oldu. Önce 1980’lerin sonuna doğru Özal, sonra 1990’ların başında Demirel ve İnönü “Kürt realitesi”ni tanıdılar. Kürtçenin kullanılmasının önündeki engeller kalktı. 2000’lerde özel okullar, TRT Şeş ve en son olarak da seçmeli Kürtçe dersleri uygulamaya konuldu. Peki, bütün bunlar PKK’nın eylemlerinin azalmasına, Kürtçü siyasetin Meclisteki temsilcilerinin dillerinin yumuşamasına bir katkı yaptı mı? Cevap, koskocaman bir hayır. Hatta tam tersine terör şiddetini tırmandırdı, bölücü dil giderek keskinleşti. Yarın anadilde eğitim hakkını tanıdık dense bile bunun uygulama biçimi ile bin bir türlü itiraz getirilecektir. Çünkü bölücü siyasetin asıl derdi, maksadı, hedefi Kürt kökenli vatandaşlarımızın huzur ve refah içinde yaşaması değildir. Asıl mesele, uluslararası bağlantıları olan bir bölücü hareketin nihaî olarak Türkiye’yi bölmek hedefini hiçbir zaman unutmaksızın Türkiye’nin güçlenmesini, tarihinden kaynaklanan “yumuşak gücü”nü de kullanarak bölgesinde ve dünyada hesaba katılması gereken bir güç odağı haline gelmesini engellemektir.
Anadilde Eğitim
Bu çıplak gerçeği unutmadan ana dilde eğitim meselesi ve Kürtçe konusundaki bazı son gelişmelere bakalım. Şurası asla unutulmamalıdır ki Türkiye gibi bir ülkede adem-i merkeziyetçi bir anlayışla güçlü bir toplum ve devlet ayakta duramaz. Bu coğrafyanın tarihinde tavaif-i mülûk yani beylikler dönemlerinin genel refah ve huzur açısından iç açıcı olmadığının şahidi tarihtir. Türkiye, bin yıldır Anadolu mayasında karılan bir kardeşliğe dayanıyor. Bunu bozmak isteyenler Türkiye’nin aşil topuğu olarak Kürt yurttaşlarımızı görüyor ve ona göre strateji oluşturuyor. Bugün Türkiye’de hiçbir insan “etnik Türk” olduğu için bir imtiyaza sahip değildir. Çünkü Türk kavramı etnisiteyi değil bütün milleti ifade eden bir kavram olarak algılanır ve devlet tarafından da bu manada kullanılır. Esasen bu tarihte de böyleydi ama bu bir bahs-i diğer. Cumhuriyetin olmayan bir milleti “ihdas” ettiği şeklindeki şehir efsanesi maalesef sol-liberal ve muhafazakâr-İslamcı muhitlerde fazla alıcı bulmuş durumda. Türk milletinin Anadolu coğrafyasındaki bin yıllık tecrübesinde Türkçe, en azından Beylikler döneminden başlayarak bir medeniyet dili olarak hakim olmuştur. Osmanlı Devletinin yazışmalarında, dönemin usulleri çerçevesinde diğer ülkelerle yapılan yazışmalar dışında, resmî alanda büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. 1876 Anayasasında da çok-uluslu bir imparatorluk olarak Türkçe’yi resmî dil kabul etmiştir.
Bu tarihî arka plan ve Türkçe’nin Orhun kitabelerinden Kutadgu Bilig’e, Hoca Ahmed Yesevî’den Yunus’a, Âşık Paşa’ya, Sinan Paşa’dan Ahmed Cevdet Paşa’ya uzanan süreçte bir medeniyet dili olarak varlığı Türkiye Cumhuriyeti’nde de resmî dil ve eğitim dili olmasını tabiî olarak intaç etmiştir. Yani, bu doğal bir gelişmedir, bir dayatmanın sonucu değildir. Bugün bazı çevrelerin Türkçe’den başka Kürtçe, Lazca, Çerkezce gibi dillerde de eğitim yapılması ve kamu hizmeti verilmesi talepleri bu coğrafyanın ne tarihiyle ne de halihazır sosyal dokusuyla bağdaşmayan taleplerdir. Bu topraklarda farklı etnik unsurlar içiçe yaşamaktadırlar. Otuz yıla yakın bir süredir yaşanan etnik fitneye rağmen Kürt kökenli vatandaşların ezici çoğunluğu bölünmeye karşıdır. Yine bunca psikolojik harekâta rağmen, son dönemde yapılan bir araştırmaya göre, toplumun yüzde 75’inin Türk olmaktan “son derecede gurur” duyuyor olması etnikçi ve kozmopolit enjeksiyona mukavemetin devam ettiğini gösteriyor. Burada hassas nokta kendisini Türk olarak tanımlamak, Türk olmaktan gurur duymak değil, Türk olmaktan son derece gurur duymak ifadesidir. Toplumun büyük kısmının, yüzde 90’dan fazlasının ise kendisini Türk olarak tanımladığı önceki araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçektir. Böyle bir toplumu ana dilde eğitim uygulamasıyla bölmeye çalışmak beyhude bir çaba olacaktır. Her insanın ana dilini konuşması, kullanması tabiî ki hakkıdır. Ama mesele eğitime geldiğinde aslolan “millî dil”de eğitim yapılmasıdır ve bunu tartışmak bile abesle iştigaldir.
Anadilde eğitim talebini makul bulan bazı muhafazakâr, demokrat veya liberaller bu kadar içiçe geçmiş unsurların hangi mekanizmalar kullanılarak böyle bir eğitim sistemine geçebileceğini, bunun yol açabileceği girift sonuçları hiç düşünmüyor. İnsan, bazılarının derdi gerçekten iyi bir eğitim vermek mi yoksa kimlik siyasetinin girdabında toplumu ayrıştıracak maceralara yelken açmak mı diye düşünmeden edemiyor. Ana dilde eğitim, devleti idare etme makamındakilere etnik meselenin çözüm anahtarı olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Yöneticilerin, bu gibi hayalci çözüm projelerinin gerçekte “çözülme projesi” olduğunun idrakinde olduklarını ümid ve temenni ederiz.
Kamu hizmetlerinde Türkçe dışındaki dillerin kullanılması meselesi de bu çerçevede ele alınmalıdır. Bu aslında genelmiş gibi gösterilip belirli bir bölgede uygulanmak istenen bir uygulama olarak özerklik projesine hizmet edecek bir adımdır. Bu milletin ortak dili yerine mahallî dil ve lehçelerde veya bunlardan birinin öne çıkarılmasıyla yapılacak uygulamaların başka bir anlamı yoktur. Gerçekten Türkçe bilmeyen yurttaşlarımız için zaten hâlihazırda da bir problem olmadan tercümanlık kurumu işlediğine göre burada mesele yurttaşların ihtiyaçlarının karşılanması değil kimlik siyasetiyle etnik farklılaşmanın derinleştirilmesidir. Hükümetin bu konularda adım atarken etraflıca düşünmesi, değişik alanlardan “gerçek” uzmanlara danışması, istişare etmesi elzemdir.
Kürtçe Sözlük Hazırlığı
Dil meselesiyle ilgili bir başka gelişme de Türk Dil Kurumunun Kürtçe (Kırmançi lehçesinde) sözlük hazırladığına dair basında çıkan açıklamalar oldu. Kurum Başkanı sayın Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin bu konuda bazı açıklamalar yaptı. Peki, acaba Türk Dil Kurumu niçin kurulmuştur ve yasayla belirlenen görevleri arasında Türkiye’de konuşulan Türkçe dışındaki dillerle ilgili çalışmalar yapmak ve sözlükler hazırlamak var mıdır? Öncelikle TDK’nın tâbi olduğu 664 Sayılı Kanun Hükmündeki kararnamede Türk Dil Kurumu Başkanlığı’nın görevlerine dair 10. Maddede Türkçe dışındaki bir dilin sözlüğünü hazırlamak gibi bir görevin söz konusu olmadığı tespit edilebilir. Sadece maddenin son fıkrasında, “Başbakan veya ilgili Bakan ve Yönetim Kurulunca verilen diğer görevleri yerine getirmek” hükmü yer almaktadır ki, eğer bu iş, sadece son fıkraya yani ilgili Bakanın talimatına dayandırılıyorsa bunun KHK’nın özüyle bağdaşmadığı aşikârdır.
Türk Dil Kurumu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu kurumlardan biri olarak, kuruluş amacına ve Gazi’nin vasiyetine göre çalışmalarını sürdürmek durumundadır. Zira malum olduğu üzere, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu Atatürk’ün vasiyetiyle kendilerine tahsis edilen gelirlerle faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Aslında bütün bu gelişmeler kamuoyunda, Başbakanın açıkça yeni anayasada “tek resmî dil Türkçe olacaktır” yönündeki açıklamalarına rağmen, önce fiilen, sonra da gerekli düzenlemeler yapılarak hukuken iki dilli, iki milletli bir yapıya doğru gidişin hazırlıkları olarak yorumlanmaktadır. Nitekim Kürtçe’nin kamu hizmetlerinde kullanımı ile ilgili olarak bu gelişmeyi olumlu karşılayan basınımızda bunun aslında Kürtçe’nin ikinci bir resmî dil olduğu anlamını taşıdığı açıkça yazılıp çizildi. Türkiye’de yaşayan pek çok dille ilgili sözlükler piyasada var ve bunların hazırlanması, yayınlanması önünde hiçbir engel yok. Yaratıcının insanları farklı farklı yaratmasında şüphesiz ki inananlar için ibretler vardır. Bununla birlikte, “kesret içinde vahdet” (çoklukta birlik) düsturunu unutmadan, bu ülke insanını birleştiren Müslüman Türk kimliği ve Türk dili konusunun aşındırılmasının “fitne”ye ve “tefrika”ya yol açtığını da herkesin anlaması gerekiyor. Türk milletini oluşturan unsurların ortak özellikleri, ortak tarihleri ve ortak gelecek hayalleri çerçevesinde bir birlik için, devletin birleştirici rolünün vurgulanması ve kurumların faaliyetlerini bu istikamette sürdürmeleri elzemdir.