Kritik Dönemeçte Türk Milliyetçileri
İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olamazsınız (Hadis-i şerif)
Dünya tarihinin en köklü birkaç milletinden biri olan Türk milleti, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde çok önemli bir imtihanla karşı karşıya...Gerçi tarihimizde pek çok badireler atlatmış, zirvelere çıkmış, bazen aniden bazen de ağır ağır zirvelerden inmiş bir ecdadın torunları olduğumuzun farkındayız. Bununla birlikte, 20. Yüzyılın sonlarında başlayan dünyanın yeniden şekillenmesi sürecinde, medeniyetler çatışması tezi etrafında İslam dünyasının Batının yeni(den) ötekisi haline getirilmesinin sinyalleri verilmiş, 11 Eylül 2001 olayından sonra İslam dünyasının ötekileştirilmesi ve dönüştürülmesi çabaları yeni bir evreye girmiştir. 1990’larda Türk dünyası ile bütünleşme fırsatlarını yeterince değerlendiremeyen Türkiye, 2000’lerde İslam dünyası ile iyi ilişkileri geliştirdiği izlenimi vermiş ama başta ABD ve İsrail olmak üzere çeşitli güç odaklarının manipülasyonları sonucunda, Suriye, İran ve Irak (merkezî yönetimi) gibi üç komşusuyla cidden problemli bir döneme girmiştir. 2003’de Irak’a yapılan müdahale sırasında bozulan Türk-Amerikan ilişkileri düzeltilmeye çalışılırken İsrail ile çıkan Mavi Marmara krizi gibi, Suriye’deki iç savaş da neticede Türkiye’deki terör faaliyetlerinin ve PKK’nın saldırılarının yoğunlaşmasını beraberinde getirmiştir.
Türkiye’nin büyük ümitlerle girdiği Gümrük Birliği ve AB’ye tam üyelik çabaları, Türkiye’yi asla Avrupa’nın bir parçası olarak görmeyen AB’nin ana aktörleri tarafından akamete uğratılmış, Türkiye Güney Kıbrıs’ın Dönem Başkanı olduğu bir AB ile müzakere yürütmek durumunda bırakılmıştır.
İçeride yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde Türk kimliği sorgulanır hale gelmiş, “demokratik açılım” çabaları çerçevesinde ülkedeki etnik grupların adının her gün tadat edilmesi ve böylece etnik bilincin yükselmesi yüzünden Türk millî kimliğinin kuşatıcı, kapsayıcı ve kucaklayıcı niteliği bilerek veya bilmeyerek aşındırılmış, Türklük milletin zihninde adeta bir etnisiteye indirgenmiştir.
2002’den bu yana ülkede tek parti iktidarının bulunmasının siyasî alanda ve ekonomide nispî bir istikrarı beraberinde getirdiği doğrudur. Bununla birlikte, yeni yüzyıla girilirken neredeyse tamamen durmuş olan terör olayları 2005’den itibaren, Kuzey Irak’da sağlanan ortamın da etkisiyle, giderek tırmandı. Demokratikleşme paketlerinin bölücüler tarafından PKK’nın verdiği mücadelenin getirisi ve dolayısıyla meşruiyetinin göstergesi olarak sunulması yüzünden Kürtçü bölücülük giderek güç kazandı. Neticede, Ortadoğu coğrafyasındaki tehlikeli gelişmelerin de katkısıyla 2012 yılında Türkiye terörsüz gün geçmeyen bir ülke haline geldi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ülkemizin birliği ve bütünlüğünün korunması, sadece Türk milliyetçilerinin ve milliyetçi aydın ve fikir adamlarının değil ülkesini sevdiğini söyleyen herkesin üzerinde titremesi zorunlu bir husustur. Bununla birlikte, Türkiye’nin bu zor günlerinde herkesten çok Türk milliyetçilerine büyük sorumluluk ve görevler düşmektedir. Fakat üzülerek ifade etmemiz gerekiyor ki, Türk milliyetçileri maalesef bugün bu görevlerini ifa edecek güçten uzak bulunuyorlar. Milliyetçiler ne siyasî, ne iktisadî, ne de fikrî alanda yeterince etkili değiller. Medyada sesleri çok cılız çıkıyor, o da çoğunlukla milletin tarihî ve kültürel değerleriyle kavgalı bir nevzuhur “ulusalcılık” ile karışık olarak.
Osmanlı Devletinin dağılma döneminde Türk milletinin yeniden diriliş hamlesinin fikrî ve kültürel temellerini atan ve inşa eden Türk Ocakları bünyesindeki Türk milliyetçileri olarak, 21. Yüzyılda Türk milletinin, Türk dünyasının ve İslam aleminin yeniden yükselişinin ancak yeni bir medeniyet tasavvuru çerçevesinde girişilecek yeni bir atılımla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Böyle bir hamlenin başlatılmasının ilk ve en temel şartı “tecdid-i iman” yani inancımızı tazelemektir. Bunun yolu ise Hz. Peygamberin yukarıda zikredilen hadisinde belirtildiği üzere, öncelikle birbirimizi sevmemizden geçiyor.
Rahmetli Galip Erdem’in bu hadisten ilham alan şu sözü geçerliliğini koruyor: “En büyük eksiğimiz hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır.” Millet olarak, asırlar öncesinden bize seslenen Bilge Kağan’ın sözünü gerçek anlamda idrak etmek ve gereğini yerine getirmeliyiz. Evet Türk milliyetçileri “titre”yip “kendi(leri)ne dön”melidirler. Milliyetçiliğin milleti, ona rağmen değil, bütün yönleriyle sevmek ve yükseltmek olduğu şuurunu yeniden kazanmalıyız.
Ülkücülük iddiasına sahip milliyetçilerin sen-ben kavgası ile vakit ve enerji harcaması milletimiz için gerçekten üzüntü verici bir durum. Hiç şüphesiz insanların nefsanî talepleri olabilir ama her daim bir muhasebe ve murakebe içinde olmak en başta gelen vazifemizdir. Hz. Peygamberin en büyük cihad dediği, işte bu mücadeledir. Ülkücü, nefsinin ve enaniyetin esiri olmayan, diğerkâm insan demektir. Türk milliyetçileri öncelikle böyle bir anlayışla kenetlenmeli ve bu kenetlenmeden sağlayacakları enerjiyle (İbn Haldun’un tabiriyle, asabiye ile) 21. Yüzyılda kendi medeniyet iddialarını ortaya koyma çabasına girişmelidir.
Milliyetçilerin feragat ve fedakârlıkla millete hizmet davasına sahip çıkması bir mecburiyettir. Çünkü inanıyoruz ki, Müslümanlıkla yoğrulmuş bu yurdu İslamsızlaştırmak, Türklüğün mührünü taşıyan bu vatanı Türksüzleştirmek isteyenlere karşı Türk milletinin, Türk dünyasının ve İslâm âleminin hakikî manada kurtuluşu, yükselişi ve insanlığa yeni bir medeniyet tasavvuru sunması sağlam bir tarih şuuruna ve imana sahip Türk milliyetçilerinin önderliğinde gerçekleşecektir.
Birbirini seven, birbirine güvenen ve dayanan milliyetçilerin ilk ihtiyacı sağlam bir inanç ve feragat duygusudur. Bu temel üzerinde, yeni medeniyet tasavvurumuz bilgi ve akılla inşa edilecektir. Zira inanç ve ülkücülük olmadan büyük bir iddianın gerektirdiği dinamizm olmaz. Ancak bu da tek başına yeterli değildir. Dünyayı ve zamanın ruhunu iyi anlamak için sağlam bir bilgi temeline ve akılcılığa muhtacız.
Şurası muhakkak ki, Türk Ocakları, Genel merkezi ve şubeleriyle birlikte Türk milliyetçiliğini fikrî, ilmî, edebî ve kültürel alanlarda temsil etmek, bu alanlarda çağın ve şartların icabı yenileşmeyi sağlamak görevini ifa ederken aynı zamanda siyasî ve iktisadî konularla ilgili olarak da ülkeyi yönetenlere ve yönetme iddiasıyla siyasî mücadele edenlere fikrî olarak yol ve yön göstermeye devam edecektir. Türk milliyetçileri, iman, şuur ve istikamet sahibi, hasbî dava adamları olarak bir araya geldiklerinde milletin meselelerinin çözüm anahtarı bulunmuş demektir; zira, milliyetçiler sağlam durduğunda, hiçbir odağın Türk vatanını bölmeye, Türk milletini parçalamaya gücü yetmeyecektir.
Bugün dünyada çeşitli güç odakları arasındaki mücadele sadece 21. Yüzyılı değil, 22. Yüzyılı da şekillendirmeye matuftur. Bu gerçeğin farkında olarak kısa, orta ve uzun vadeli planlarımızı iyi yapmalı, küreselleşmeci ideolojilerin zerketmeye çalıştığı kozmopolit, sözde hümanist ve barışçı özde Batı dışı toplumları millî kültürlerinden ve köklerinden kopararak küresel sistemin nesneleri haline getirmeye endeksli anlayışlara karşı dirençli kılmalıyız. Yeni nesilleri, çağdaş teknoloji, sanatlar, iletişim kanalları vb.den yararlanmak suretiyle, kendi milletini sevmeye, kendi kimliğini muhafaza ve geliştirmeye, kısacası şahsiyetini korumaya dayalı milliyetçilik anlayışıyla donatmak, onları bu şuurla geleceğe hazırlamak için çalışmalıyız.