“Osmanlı Türkçesi Dersi”: Medeniyet Müktesebatımız Ve Geleceği İnşa
Türkiye’nin baş döndürücü gündemine yeni ama eski bir madde daha eklendi: Osmanlı Türkçesi dersinin zorunlu olması. MHP milletvekili Sayın Prof. Dr. Özcan Yeniçeri’nin kanun teklifinde Ortaokul ve liselerde Osmanlı Türkçesinin zorunlu ders olarak okutulması yer almaktadır. Gerekçede özetle Osmanlı cihan devletinin bıraktığı zengin kültür mirasının yeni nesillerce aracısız okunamamasının yanlışlığına işaret edilerek dersin seçmeli değil zorunlu olarak okutulması teklif edilmiştir. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da yapılan 19. Milli Eğitim Şurasında Osmanlıca derslerinin İmam-Hatip ve Sosyal Bilimler liselerinde zorunlu, diğer liselerde seçmeli olması için tavsiye kararı alındı.
Öncelikle şunu ifade edelim: Bu meseleyi Cumhuriyet’le, Atatürk’le hesaplaşma haline getirmek vahim bir hatadır. Televizyon tartışmalarında, uzman olmayan, Osmanlıcanın ne idüğü konusunda yalan yanlış bilgisi olan kişilerin yarattığı bilgi kirliliğinin işimizi daha da zorlaştırması muhtemeldir. Bu konuyu, toplumu kutuplaştırma siyasetinin bir başka aracı haline getirmeden, kendi geçmişimiz ve geleceğimizi buluşturan bir bakış açısı ve yaklaşımla ele almaya ihtiyaç vardır.
Bilindiği gibi Osmanlıca diye bir dil yoktur. Burada tartışmaya konu olan meselenin değişik katmanları var. Bunlardan ilki alfabedir, yani Arap harfli eski alfabemiz. Ama asıl önemli boyut, Osmanlı döneminde Türk dilinde yazılmış edebi eserler, kitabeler ve vesikalardan oluşan medeniyet mirasımızdır. Yani, rahmetli Erol Güngör’ün ifadesiyle Türk tarihinin 9. Senfonisi mesabesindeki Osmanlı medeniyetinin birikimidir. Burada tarihî dönemlere, eser türlerine göre sade ve basit Türkçeden Arapça-Farsça sözcüklerin yoğunlaştığı edebî metinlere uzanan geniş bir yelpaze var. Dolayısıyla, biz eğer Osmanlı dönemi Türkçesi öğreteceksek işimiz basit değildir; zor hem de çok zordur.
Türkiye, Cumhuriyetle birlikte bir karar verdi ve yakın (yani Osmanlı) geçmişiyle kültürel bağlarını büyük ölçüde kesecek adımlar attı. Alfabe değişikliği, Cumhuriyet öncesinde de aydınların ve devlet adamlarının gündemindeydi. Dilde sadeleşme de… Cumhuriyet her iki konuda da çok köklü bir devrim yaptı ve bir İngiliz Kültür tarihçisinin ifadesiyle dil devrimiyle “trajik bir başarı” elde etti. Öyle ki, zaman içinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Falih Rıfkı’ya, yapılan aşırılıklardan şikâyet ettiğini, “Bir çıkmaza girmişizdir” dediğini biliyoruz; neticede özleştirme hamlesinde makule dönüldü. Bununla birlikte zaman içinde ideolojik çekişmelere konu olan Türkçede giderek halkın rahatlıkla anladığı eski kelimeler dahi tasfiye edildi.
Bu meseleye hâlâ salt ideolojik gözlüklerle bakanlar var. Elbette meselenin ideolojik bir boyutu da var. Bununla birlikte “Osmanlıca” dediğimiz şey nihayetinde bu topraklarda ve bugün 30’u aşkın devletin topraklarında hüküm süren tarihin en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Türk Devletinin dili olan Türkçedir. Bazıları bu dilin Türkçe ile alakasız olduğunu iddia etse de Osmanlılar nihayetinde bugün bizim rahatça anlayabileceğimiz bir şekilde konuşuyordu. Dönemin edebi mahsullerinin ve resmi belgelerinin bir kısmında ağır ve ağdalı ifadeler olduğu doğrudur. Bunlar o zaman da halk tarafından anlaşılmazdı. Bugün geldiğimiz noktada ise, arı-duru Türkçe ile yazmış olan Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarların eserleri dahi yeni nesiller için sadeleştirilmektedir. Yani mesele, Osmanlı döneminde bir kısım okumuş kesim hariç kimsenin anlamadığı terkiplerle dolu dilin sadeleşmesi olmanın çok ötesine geçmiştir.
Eski alfabenin (elifbanın) öğretilmesi ve öğrenilmesi öyle zor bir iş değil. Asıl mesele, Osmanlı kültür ürünleriyle aşinalık kazanma aşamasında başlıyor. O bakımdan Osmanlı Türkçesi adı altında ortaöğretim seviyesinde “zorunlu” ders koyarken çok iyi düşünmek iktiza eder. Geçmiş kültür mirasımızın yeni nesillerce aracısız temellük edilmesi düşüncesi ideal planda çok doğru… Ama iş tatbikat aşamasına geldiğinde bir dizi zorluk ve mesele ortaya çıkacak. Ayrıca, herkesin eski yazıya ve Osmanlı dönemi Türkçesine vakıf olmasının çok zaruri olduğu da şüphelidir.
Tekrar vurgulayalım: Mesele alfabeyi öğrenmek değil bir kültür, irfan dünyasına dalmaktır. Türk milletinin aydınıyım diyenlerin kökleriyle sağlam bir rabıtasının olması şarttır. Bizim medeniyetimizin damarlarının kesilmesiyle ortaya çıkan tahribatı, eski eserlerin yeni harflere çevrilerek yayınlanması istikametindeki çalışmalar bir nebze telafi etmiş olsa da henüz bu bakımdan olması gereken seviyenin çok uzağındayız. Geçmişimizle ön yargısız ve sağlıklı iletişim kurmamız bir zarurettir. Burada iyi düşünülmesi gereken husus bu işin usulü ve araçlarıdır.
Ortaöğretim seviyesinde Osmanlı dönemi Türkçesini öğretecek donanımda öğretmenimiz yoktur. Bu alanda üniversitelerin Tarih ve Türk Dili Edebiyatı bölümleri akla gelmektedir. Yine İlahiyat Fakülteleri de bir başka kaynak olarak düşünülebilir ancak, bazılarının zannettiği gibi bu işin asıl ve biricik kaynağı İlahiyat Fakülteleri değildir. Bugünkü yapılarıyla bu fakülte ve bölümlerden mezun olanlara doğrudan Osmanlıca öğretmeni gözüyle bakılamaz. Onun için dersin zorunlu yapılması salt bu sebeple dahi mümkün değildir. Seçmeli olarak ve pilot uygulama ile başlatılması tercihe şayandır. Bazı fakültelerde daha sıkı, bazılarında gevşek bir Osmanlıca öğretimi var. Osmanlı Türkçesi dersleri öğretmenliği için yukarıda belirtilen fakülte ve bölüm mezunlarının bir sertifika programına tabi tutulması ve başarılı olanlara bu hakkın verilmesi lazımdır.
Kanaatimce ders zorunlu hale getirilmemelidir. Sosyal Bilimler liselerinin durumu da gözden geçirilebilir. Sosyal Bilimler Liseleri ile diğer liselerin sözel bölümlerinde okuyanların seçmesi için teşvikler geliştirilebilir. Birikimli mezunların Tarih ve Türk Dili Edebiyatı bölümlerini seçmesi bu alanlarda bir gelişmeyi beraberinde getirecektir. Sanat tarihi alanında da Osmanlı dönemi Türkçesinin vaz geçilmez bir yeri vardır. Bugün bu sahalarda pek çok araştırmacı aslında yetersiz Osmanlıcalarıyla çalışmaktadır. Tarihe dayanmayan bir sosyolojinin eksik olacağı izahtan varestedir O bakımdan Tarih, Halkbilimi, Türk dili ve edebiyatı, Osmanlı dönemi sanat tarihi gibi alanların yanında sosyoloji bölümlerine girecek öğrencilerin de bir ölçüde bu derse ihtiyacı vardır. Bütün bu sahalarda yeterli sayıda uzmanın Osmanlı Türkçesi öğrenmesi bir zarurettir.
Yeni nesiller, sürekli yenilenen ve değişen bir teknoloji, yeni bir dil, yeni iletişim tarzlarıyla yetişiyor. Nesiller arası mesafe giderek hızla açılıyor. Böyle bir çağda yeni nesillerin kendi kültür temellerimizle temas ve iletişimini sağlayacak mekanizmalar çok önemli. Yeni nesiller, kültür ve medeniyet birikimimizin ürünlerine bizim ve bizden öncekilerin baktığından daha farklı gözlerle bakabilir ve yeni çağda dünyaya, evrensel ölçekte yeni bir medeniyet tasavvuru sunmada bugün hiç düşünemediğimiz ölçek ve muhtevada katkılar yapabilir. O bakımdan Osmanlı dönemi Türkçesi derslerinin muhakkak surette müfredata konması ve çok iyi bir hazırlık ve donanımlı öğretmenlerle uygulamaya geçilmesi hayati önemi haizdir. Ders zorunlu değil, seçmeli olmalıdır. Konu, doksan yıllık Cumhuriyet birikimini parantez olarak gören bir yaklaşımla değil, Türk tarihinin devamlılığını temel alan bir anlayışla değerlendirilmelidir. Kısacası mesele, Yahya Kemal’in veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Kökü mazide âtî” olmak; geleceğimizi inşada medeniyet birikimimizden istifade etmektir.