2016’ya Girerken “ Havf ile Reca” Arasındaki Türkiye

Türkiye’de, etrafımız özelinde dünyada, örtülü genel savaşın geldiği son aşama, hakikaten son derecede ilgi çekici özellikler taşımaktadır. Çok değil, daha birkaç yıl önce, İmralı mahkûmu ile uyumlu bir şekilde ve  “akil adam” heyetleri kurularak estirilen “çözüm baharı” havası toz duman olmuş; ülkenin belirli bir kesiminde Filistin ve Suriye manzaraları yaşanmaktadır. Alelade bir terör örgütü boyutlarını çoktan aşmış; uluslararası ilişkileri, uyuşturucu trafiği, bölgede ve ülkenin pek çok yerindeki militan ve sempatizan desteğiyle büyük bir tehdit hâline gelmiş bulunan PKK’nın bütün bu karmaşık faktör ve etkilerden azade bir şekilde bir çözüme ikna edilebileceğini düşünmek, safdillikten öte bir şeydi; ama olanlar oldu. PKK’nın ipiyle kuyuya inilmeyeceğini söyleyenler, anaların ağlamasına kayıtsız kalmakla ve kandan beslenmekle suçlandı. O zamanlar, Apo’ya, Kandil’e güzellemeler düzenlerden bazıları, şimdi gelinen noktada şehitler üzerinden “vatan millet edebiyatı”nı kimseye bırakmıyor.

 

Hâlbuki manzara o zaman da açıktı: Türkiye, tarihî müktesebatından da kaynaklanan yumuşak gücünün yanında, ulaştığı iktisadi ve siyasi gelişmişlik düzeyinin de katkısıyla eski Osmanlı coğrafyası ve Türk dünyasında önemli bir güç hâline gelmekteydi. 1990’larda önümüze açılan hacet kapılarını, PKK maşasını devreye sokarak ve laik-dinci çatışmasını körükleyerek perdeleyen güçler, şimdi de yine aynı maksatla büyük ölçüde PKK ve uzantılarını kullanarak Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi sürecinde Türkiye’nin söz sahibi olmasının önünü kapatmaktadır.

 

Uluslararası güçlerin bu manevra ve siyasetleri, kendileri açısından anlaşılır ve doğrudur. Burada önemli olan bizlerin, Türk devletini yönetenlerin, İslam ülkelerinin ve bir bütün olarak Müslümanların ne yaptığı, ne yapması gerektiğidir. Maalesef İslam dünyası birlik olmanın çok uzağındadır. Bunu görmeyen, tarih şuuru ve bilgisi zayıf, gerçek ve doğru siyasetin gereklerinden bihaber bir anlayışla dünyaya nizam vermek şöyle dursun, kendi ülkemizin birliğini korumak bile zordur.

 

Türkiye’nin Ortadoğu meselelerindeki “ahlaki” tavrı doğru olabilir ama siyaset maalesef ahlaki ilkelere göre değil; ülke çıkarlarına, uluslararası dengelere göre yapılmaktadır. Suriye krizinin başlangıcında yapılan hesap hataları ile çözüm sürecini başlatırken yapılanlar birleşmiş ve Arappınarı (Kobani) olaylarından bu yana, Türkiye’yi hem Ortadoğu’da hem de içeride çok netameli bir çıkmaza sokmuştur. Daha dün denilebilecek bir geçmişte, ABD ve Batılı güçlere karşı İran’ı savunan Türkiye; şimdi ABD ile anlaşmış, Rusya ile birlikte Irak ve Suriye’de gücünü arttıran bir İran ile karşı karşıyadır. Yine daha dün denilebilecek bir tarihte, Şangay İşbirliği Teşkilatına girmek için teklifte bulunduğumuz Putin, bugün Suriye politikasında yaşanan krizden dolayı bize düşmanca davranıyor.

 

Şunu iyi anlamak lazım: Türkiye; tarihi, kültürü, ekonomisi, toplumu, gelişmişlik düzeyi ile potansiyel bir büyük güçtür. Ama aynı zamanda yine tarihten ve kültürden kaynaklanan bazı fay hatları ile de maluldür. Medeniyetler Çatışması teorisyeni Huntington’ın ve küresel siyasi aktörlerin bunları kullanması da tabiidir. Bize düşen, çok övündüğümüz ama iyi bilmediğimiz Osmanlı ecdadımızın “tedricîlik” ve “istimalet” (gönül kazanma) ilkelerine dayalı genişleme ve büyüme siyasetlerinden ilham ve örnek almaktır. Bugün hem Orta Asya, Rusya ve Balkanlardaki soydaş ve akraba topluluklarla hem de Ortadoğu’daki kardeşlerimizle kardeşlik ve eşitlik temelinde ilişkilerimizi derinleştirmemiz doğru bir politikadır. Bununla birlikte son derece hassas bir politik ve kültürel düzlemde hareket edenlerin, fincancı katırlarını ürkütmemeye özen göstermesi de aynı derecede elzemdir. Hesapsız kitapsız meydan okumalar; daha sonra sizi yüzyıllardır vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ni bile koruyamayıp yerinden Türkiye sınırına taşımak, Irak’ta “eğitim amaçlı” bulunan birliklerinizi, en büyük “müttefikiniz”in de katıldığı bir koronun ikazları üzerine geri çekmek zorunda bırakır. Terör örgütü ilan ettiğiniz bir yapıya, ülkeniz toprakları üzerinden yardım gitmesine izin verirseniz sonra sizin şehirleriniz cephanelik hâline getirilir.  Böylece toplumda, Türkiye’nin zafiyet gösterdiği algısı yerleşir.

 

****

 

Şimdi gelinen noktada Suriye Türklerinin ve bilhassa Bayır-Bucak bölgesinin kamuoyunun dikkatine getirilmesinin inandırıcı olması için Türkiye’nin bir bütün olarak Irak ve Suriye Türklerinin haklarını, ülkelerindeki varlıklarını teminat altına almak için elinden gelen her şeyi yapması gerekir.  Bölgedeki her bir unsurun uluslararası destekçileri vardır, Türkler ise önce Allah’a sonra Türkiye’ye güvenmektedir. Türkiye, bu güveni boşa çıkarmamalıdır. Bu arada, son günlerde Suriye ve Irak’taki Türklere vurgudan rahatsız olan ve bir kısmı iktidar partisine yakın olan ekran ve gazete demirbaşları, Türk devletinin Suriye’deki Kürtlere karşı tutumuyla mukayese ediyor. Bu zevata, kimse şunu sormuyor: Bayır-Bucak, Halep veya Telafer Türklerinin savaşçıları, PYD gibi, Türkiye’de ve kendi topraklarında Türk devletini bölmek için mücadele eden bir bölücü örgütün uzantıları mıdır? Ne yazık ki bu zihniyet hâlâ medyada egemendir.

 

****

 

Yeni yılda, Türk devleti, gerçekler ışığında hareket ederek Ortadoğu’da aleyhimize meydana gelecek olumsuz gelişmeleri engellemelidir. Bunun için evvelemirde Suriye’nin kuzeyi için tasarlanan oluşuma karşı açık tavrımız devam ettirilmeli; Suriye’nin bölünmesi mukadder ise Bayır-Bucak ve Halep Türklerinin statüleri, Türkiye’nin teminatı altına alınmalıdır. Kuzey Irak Yönetimi’nin Irak’taki Türk coğrafyasını silmeye yönelik politikasına karşı, bölgede Kürt, Arap ve Türklerin bir arada ve eşit bir şekilde yaşayabileceği yeni bir yapılanma için girişimde bulunulmalıdır.

 

İçeride sözde çözüm, aslında çözülme olduğunu ta başından beri belirttiğimiz sürecin bölgede meydana getirdiği tahribat ortadadır. Bütün ikazlara rağmen büyük bir aymazlık ve ihmalle “alan hâkimiyeti”ni kurup güçlendirilmesine izin verilen örgütün şehirlerde yürüttüğü isyan hâlen devam etmektedir. Bu kalkışma, çok derin sosyal ve psikolojik olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Bu vahim tablodan, “çözüm süreci”nde benimsenen “görmezden gelme” siyasetinin müellif ve uygulayıcıları sorumludur. Teröre karşı mücadele yürütülürken T.C. Anayasası ayaklar altına alınmakta, Meclis’te temsil edilen bir partinin yönetici ve milletvekilleri, alenen devletin güvenlik güçlerine karşı yer altı tünelleri ve hendekler açarak silahlı bir kalkışma yürüten PKK teröristlerinin eylemlerini, “halk direnişi” olarak vasıflandırmaktadır. Aynı partinin eş başkanı, Beyaz Türkiye basınının gözdesi zat ise Rusya’ya giderek görevinin gereğini yerine getirmektedir. Bu manzara karşısında hukukun gereğini yerine getirmekle yükümlü devlet görevlilerinin ne yaptıkları merakı muciptir.

 

****

 

Türk milleti ve Türk devleti tarih boyunca pek çok badire atlatmış, ihanetle karşılaşmıştır. Bu yaşananlar ne ilktir ne de son olacaktır. Ancak burada asıl mesele, millet ve vatan davasına inanan insanların yılgınlık, bezginlik ve yeis içine düşmemeleridir. Her gecenin bir şafağı vardır. Türk milleti, yüz yıl önce de çok sıkıntılı bir süreçten geçmiş ve neticesinde bir Millî Mücadele vererek altı asırlık imparatorluğunun yıkıntıları üzerinde millî devletini inşa etmiştir. Bugün bölünme ve kuşatılma riski vardır ama dünya ve Türkiye, o zamankinden daha farklı bir konjonktür içindedir. Kısacası endişe etmek, uyanık olmak için pek çok sebep vardır ama umutlu olmamız için de yeterli sebep mevcuttur.

 

Umudumuzu arttırmak ve sonuçta, inandığımız medeniyet tasavvurunu hayata geçirmek için bu “kritik dönemeç”te, Türk milliyetçileri her bakımdan güçlü olmak, Türk milletine ve Türk-İslam âlemine her alanda önderlik etmek durumundadır. Bunun için hem ülke içinde hem de Türk dünyasına ve İslam âlemine matuf olarak kuşatıcı, kucaklayıcı, içerici bir söylem geliştirilmelidir. Türk Ocakları,  faaliyetlerini bu çerçevede yapacağı çalıştay ve bilgi şölenleri aracılığıyla 21. yüzyılda milliyetçiliğimiz ve bütün insanlığa hitap eden Türk-İslâm medeniyeti tasavvurumuz konuları üzerinde yoğunlaştıracaktır. Bunun için önce, hakikatin peşinde, yaşadığımız gerçekleri gizlemeden, görmezden gelmeden bütün çıplaklığıyla ortaya koymalı daha sonra da ön yargısız ve hasbi bir tavırla çözüm yollarını aramalıyız.

 

Allah yâr ve yardımcımız olsun.