FETÖ/PDY’nin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
Yaklaşık bir yıl kadar önce yazdığımız, “Türkiye’nin Yolu: Millî Birlik İçin Güçlü Devlet” başlıklı yazıda şunları ifade etmiştik:
“İçinde bulunduğumuz sıkıntılı ortamdan çıkışımızda, köklü devlet geleneğimiz çok önemli bir avantajımızdır. Devlet kurumlarının son dönemde uğradığı bütün tahribata rağmen Türk devleti, toplumumuzun genlerinde var olan aklıselim, vakar, feraset gibi hasletlerimizle, badire gibi görünen bu süreçten daha da güçlenmiş olarak çıkacaktır. (…) Bundan sonra, devletin, her türlü ‘paralel’ yapılanmaya karşı aynı tavizsiz tavrı göstermesi kaçınılmazdır. (…) Devletin son dönemde, kökeni ne olursa olsun terör örgütlerine karşı başlattığı mücadeleyi, hukuk içerisinde kalarak tavizsiz bir şekilde sonuna kadar sürdürmesi bir zarurettir.” (Türk Yurdu, Eylül 2015)
Özellikle son birkaç yıldır, aslında daha uzun bir süredir içinde yer aldığımız coğrafya, ABD ve Rusya başta olmak üzere, küresel rekabet çerçevesinde yeni bir tasarıma tabi tutuluyor. 15 Temmuz gecesi, Paralel Devlet Yapılanması (PDY)/FETÖ tarafından yapılan hain darbe girişimi, bu projenin müellifinin işbirlikçilerinin Türk milletinin birliğine ve Türk devletinin bütünlüğüne yönelttiği alçakça bir ihanettir; Türkiye’de iç savaş çıkarmak, ülkeyi kontrol altına almak amacıyla yapılan bir işgal teşebbüsüdür. Olaydan sonra uluslararası basında yer alan açıklamalar, bu girişimin dışarıdan desteklendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Olay gecesi, henüz işin mahiyeti ve akıbeti belirsiz iken Türk Ocakları olarak bu hain girişime karşı demokrasiden ve Türk milletinden yana olduğumuzu açıkça ortaya koyduk. (Bilahare yaptıklarımız web sayfamızdan ve facebook hesabımızdan kamuoyuna duyurulmuştur.). Çok şükür ki bu alçak girişim, Sayın Cumhurbaşkanımız, Meclisimiz, Başbakanımız, CHP ve MHP’nin liderleri, Ordumuzun meşruiyete saygılı ezici çoğunluğu, Polisimiz ve büyük Türk milleti tarafından kararlı bir tutumla önlenmiştir.
O günden bu güne basına yansıyanlar ve tartışmalardan çıkan sonuç, henüz resmin bütününü görmek için eksik verilerin veya bulanık noktaların fazla olduğunu gösteriyor. Bunların bir kısmı kısa süre içinde açıklığa kavuşacak ama bir kısmı için daha fazla beklememiz gerekecek. 19 Temmuz’da yayımladığımız bildiride de belirtildiği üzere, şunu öncelikle tespit edelim: Bu girişimin salt Türkiye’nin iç işleriyle alakalı olmayıp Türkiye-ABD-Rusya ilişkileri, Suriye Savaşı ve Suriye’nin kuzeyindeki PYD koridoru planıyla iç içe olduğu herkesin malumudur. Girişimin amacı, Türkiye’yi kargaşaya sürüklemekti. Böylece 2003’ten bu yana yangın yerine döndürülen Orta Doğu coğrafyasındaki yangın büyüyecek; yeni Sykes-Picot düzeni için zemin hazırlanacak; Türk ordusu mefluç hâle getirilerek bu amaç sağlanacaktı.
Maalesef, bu menfur ve hain girişimin planlayıcıları bakımından temel hedef yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri ağır bir darbe yemiştir. Millet ile ordusu, ordu ile polisi arasına nifak sokulmuştur. Bu durumun yol açtığı sarsıntının tedavisi kolay olmamakla birlikte, bu teşhisten hareketle acilen gerekli tedavi tedbirleri alınmalı ve bu coğrafyada ayakta durmamızın en büyük teminatı olan ordumuz süratle rehabilite edilmelidir. Ordu-millet birliğini tahrip eden görüntüler ortadan kaldırılmalıdır. Bu girişimin, yangın yerine döndürülen Irak ve Suriye’de Türkiye’nin zaten sınırlı olan inisiyatif kullanmasının önünü tamamen kapatmayı amaçladığına şüphe yoktur. Dolayısıyla buna alet olan FETÖ/PDY terör örgütünün Türk devleti ve milletine ağır bir ihanet içinde bulunduğu kesindir.
Bu menfur girişimin asli sorumlusu, devlet içindeki PDY/FETÖ olarak yargının önüne çıkarılan yapıdır. Bu yapı, ilk başlarda eğitim ve Türkçenin dünyada yaygınlaştırılması alanlarındaki faaliyetleriyle maalesef on yıllarca devletin üst kademesinin ve samimi dindar ve muhafazakâr çevrelerin desteğini almıştır. Cumhurbaşkanlarından parti liderlerine pek çok kişi bu faaliyetlere müzahir olmuştur. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla birlikte diğer yüzünü, devletin temel kurumlarını, orduyu ve yargıyı ele geçirme hedefini ortaya koyduğu hâlde, Türkiye’deki laik-anti-laik kutuplaşmasını kullanarak devlet yönetiminde etkili hâle gelen bu örgüte karşı, MİT Müsteşarı’na girişilen teşebbüs ve özellikle de 17-25 Aralık operasyonlarından sonra daha ciddi tedbirler alınması gereği ifade edilmiş, bu kapsamda pek çok adım da atılmıştır. Ne var ki, 15 Temmuz darbe girişimi, bu yapının ne denli ürkütücü boyutlara ulaştığını göstermiştir.
***
Bulunduğumuz konjonktürde, bölücü terör örgütünün ülke içinde, Irak’ta ve Suriye’de Türkiye’yi kıskaca alma planı çerçevesinde taşeronluğunu üstlendiği faaliyetler karşısında, son bir yıldır başarıyla mücadele eden ordumuzu maneviyatını yeniden yükseltmek bir mecburiyettir. O bakımdan ordunun yeniden yapılandırılması, askerî liseler ve harp okulları ile ilgili alınacak tedbirler telaş ve aceleyle değil; süratle ama konunun uzmanlarıyla derinlikli ve nitelikli istişarelerden sonra belirlenip hayata geçirilmelidir. Türk devletinin bekası açısından bu konu hayati önemi haizdir. Ergenekon ve Balyoz davalarında tahrik edilen asker ve ordu düşmanlığının bu vesile ile yeniden hortlamaması lazımdır. Burada devletin ayakta durması, güçlü bir orduyla mümkündür. Ordunun da demokratik hukuk devleti kuralları çerçevesinde yapılanması ve idare edilmesi gereklidir. Bu çerçevede kantarın topuzuna dikkat etmek, bir belayı defederken bir başkasını celp etmemeye azami özen gösterilmelidir. Aynı dikkati dış politikada da göstermeliyiz. Türkiye’yi “değerli yalnızlık”a sürükleyen “hata”ları telafi ederken “yılan”a sarılmanın ileride doğuracağı mahzurları da hesaba katmalıyız.
Bürokrasinin yeniden yapılandırılmasında ehliyet ve liyakat ölçütlerine riayet edilmeli; bunun yanında, başka yapılara değil doğrudan doğruya devlete sadakat esasına da azami özen gösterilmelidir. Süreç içerisinde alınacak tedbirler çerçevesinde ise şahsi hesaplar veya grup çıkarları ile hareket edenlere dikkat edilmeli; bu gibilerin puslu havadan yararlanarak devlet hiyerarşisi dışındaki mekanizmalara değil sadece ve yalnızca vatanına ve milletine bağlı insanları devlet kademelerinden tasfiye etmelerine müsaade edilmemelidir. Ne yazık ki, şu ana kadar gelen bazı haberlere bakılırsa özellikle bakanlıklarda yapılan tasfiyelerde kurunun yanında yaşın da yandığı görülmektedir. Devlet, masum insanların hayatını karartacak uygulamalardan sakınmalıdır, zira onu ayakta tutan adalettir.
Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanımızın Meclis’teki üç parti liderini davet ederek bizim 19 Temmuz bildirimizde ifade ettiğimiz çerçevede, yani bölücü örgütün uzantısı dışında, mümkün olan en geniş uzlaşmayı sağlamaya çalışması, Ak Parti, CHP ve MHP liderlerinin bu davete icabet etmeleri, geleceğe daha ümitli bakmamıza vesile olmuştur. Bundan sonraki süreçte, devletin yeniden yapılanması ve kamuda yapılan temizlikte iktidar partisinin bu iki partimizle yakın işbirliği içinde hareket etmesinin, doğabilecek muhtemel haksızlıkların önlenmesine yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
Her şerden bir hayrın çıkacağına inanan bir milletiz. Bu hain girişim, milletimizin ezici çoğunluğunun millî birlik ve devletin bekası açısından bilinçlenmesine vesile oldu. 17-15 Aralık olayından sonra yazdığımız bir yazıda da belirttiğimiz üzere, insanların gerçek manada din ve vicdan özgürlüğünün önemini daha iyi anlamasına da katkıda bulundu. Yine bu hain girişim, siyasi görüş farklılıklarımızın bizi kutuplaştırmaya itmesinin acı sonuçlarıyla yüzleşmemizi de sağladı. Etnik ve mezhebî farklarımızın ötesinde ve üzerinde müşterek Türk millî kimliği etrafında kenetlenmemiz için yeni bir yol açtı. İnşallah bu yaşadıklarımızdan gerekli dersleri çıkarır, Cumhuriyetimizin, Devletimizin ve Vatanımızın kadrini, kıymetini bilir ve kıyamete kadar bu vatanda birlik içinde yaşamanın yolunu buluruz.
Allah yâr ve yardımcımız olsun. Bütün şehitlerimize rahmet, gazilerimize acil şifalar dilerim.