Anayasa Değişikliği Sonrasında Durum Muhasebesi
Türkiye’nin içeride ciddi bir darbe girişiminin yol açtığı tahribatla dışarıda ise bizi kıskaca almaya çalışan bir yeniden tanzim operasyonuyla uğraştığı bir dönemde, anayasa sistemi açısından son derecede şümullü ve köklü bir değişiklik halkoyuna sunulmuş; halkoylamasının sonucunda da milletin aşağı yukarı yarısı “Evet”, diğer yarısı “Hayır” oyu vermiştir. Her şeyden önce ve ilk olarak şunu belirtmeliyiz ki, bu sonuçlar çok iyi okunmalı ve bunlardan çıkarılması gereken dersler, herkes ama herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır.
Getirilen değişiklik, tarihî önemde kapsam ve muhtevaya sahiptir. Tarihî geleneğimizde var olan başbakanlık makamı ve bakanlar kurulu ilga edilmiştir. Bu hüküm, 2019 seçimleriyle kesinleşecektir. Devlet sistemimizde yürütme erkini bundan sonra halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı, tek başına üstlenecektir. Onun atayacağı yardımcıları, bakanlar ve üst düzey bürokratların ise siyasi sorumluluğu olmayacaktır.
Anayasa değişikliği ile birlikte tarihî geleneğimiz olan başbakanlık kurumuna olduğu gibi, yüz yıllık tecrübeye, parlamenter demokratik sisteme de veda edilmiştir. Parlamenter sistemin tadili ve güçlendirilmesinin daha doğru bir seçenek olduğunu savunanların görüşlerine itibar edilmemiş ve neticede, açıklanan sonuca göre, az bir farkla da olsa, tarihî tecrübemizi iyileştirmek yerine değiştirmek tercih edilmiştir.
Bu değişikliğin eleştirilen yönlerinden en kritik olanı, denge ve kontrol mekanizmalarının yetersizliği dolayısıyla fiilen kuvvetler birliğine gidebilecek bir yolu açmış olmasıdır. Bu çerçevede, hükûmet üzerindeki denetim işlevi neredeyse imkânsız hâle getirilen Meclis’in ağırlığının azalacağına, sözlü soru mekanizmasının göstermelik kalacağına dair ciddi kaygılar ifade edilmektedir.
***
Oylama sonrasında yapılan araştırma ve tahliller, çok yönlü olarak değerlendirilmekte; Türk milliyetçilerinin farklı tercihlerde bulundukları anlaşılmaktadır. Bunun, ülkemizin geleceği açısından çok iyi tahlil edilmesi gereken ipuçları ve muhtemel sonuçları bulunmaktadır. Türk milletinin sevdalıları olan Türk milliyetçilerinin fikir, sivil toplum ve siyaset kulvarındaki temsilcileri, yaşanan bu hadiseyi ve geleceğe dair muhtemel senaryoları etraflıca değerlendirmelidir.
Halk oylamasında çıkan “Evet” oranının Kasım 2015 seçimlerinde AKP-MHP oylarının 10 puan aşağısında olmasından hareketle bu “fire”nin nereden kaynaklandığı hakkında tartışmalar yaşandı. Değerlendirmelere göre hem Ak Parti hem MHP seçmeninden “Hayır” oyu verenler olduğu gibi HDP’den de “Evet” oyu verenler oldu. Seçmenlerin tercihleri hakkında yapılan araştırmalar, eğitimli ve genç nüfusun çoğunlukla “Hayır” oyu verdiğine işaret etmektedir. Bunlar ileride daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
Sonuçlar açıklandıktan sonra dikkat çekici bir gelişme de şu oldu: Ak Parti’nin MHP ile ittifak yaparak milliyetçi söylemleri şu veya bu ölçüde kullanmasından rahatsız olan (Ak Parti’yi destekleyen basındaki bazı önemli kalemler ve İslamcı Kürtçü olarak bilinen bazı siyasetçiler dâhil) bazı kişi ve çevreler, Cumhurbaşkanı’na ve AK Parti’ye, milliyetçi söylemden vazgeçip HDP çizgisiyle yakınlaşma önerisinde bulunuyor. Seçimde “Kürt etkisi” propagandasıyla açıkça bölücülük yapanlar, “milliyetçi dil”in yanlış olduğunu iddia ediyor ama kendileri etnik ırkçılık yapmaktan geri durmuyorlar. Şunun altını çizelim: Türkiye, sözde çözüm sürecinde düştüğü bu tuzağa bir daha asla düşmemelidir. Hiç şüphesiz devlet aklı, toplumun bütün kesimlerini kucaklayıcı ve kuşatıcı söylem ve politikalar geliştirip uygulamakla yükümlüdür. Bununla birlikte bölücü PKK örgütünün meşrulaştırılması anlamına gelecek adımların nelere mal olduğunu, 2015 Temmuzundan sonraki hendek savaşlarında acı bir şekilde tecrübe ettiğimizi de asla unutmamalıyız. Yine, Suriye’de Türkmen ve Arapları, hatta kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri “temizlediği” bölgede devletçik kurmaya çalışan terör örgütüne destek verilmesini savunan “akıl”larla işbirliği yapmanın, Türkiye’yi hangi tehlikelere muhatap kılacağını anlamak için birazcık tarih bilmek yeterlidir.
Bu bağlamda bazılarının bilerek kimilerinin de farkında olmadan Irak’taki tasnifi andırır şekilde Türkiye’deki seçmenleri Orta ve Batı Anadolu’da ideolojik ve hayat tarzları üzerinden (milliyetçi, ulusalcı-Atatürkçü-laik, muhafazakâr-dindar vb.) tanımlarken Doğu ve Güneydoğu için “Kürt oyları” kategorisini kullanmasıdır. Farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak kabul edip bin yıllık birlikteliğimizi devam ettirmeliyiz. Bizim müştereklerimiz; ortak tarih, ortak kültürel değerler ve ortak gelecek tasavvurudur. Seçim sonrası renklere bölünen haritalar, gerçeğin tümünü aksettirmez. Bir yerde oy oranı yüzde 51 veya 60 ile bir renge boyanırken kalanlar yok olmuyor. Kaldı ki partilerin hemen hepsi arasında kesişen kümeler vardır. CHP ile MHP ve hatta HDP arasında, MHP ile Ak Parti ve CHP arasında gidip gelen veya bu partileri ikinci partisi olarak gören seçmenlerin varlığı bütün araştırmalarda ortaya çıkan bir gerçektir. Kısacası, toplumun ortadan ikiye ayrıldığı gibi bir gerçek yoktur; seçim zamanı tercih yapma mecburiyetinin doğurduğu bir tablo vardır. Kutuplarda yer alan aşırı görüşler olabilir ama bunlar büyük çoğunluğu teşkil etmez.
***
Halk oylamasının açıklanan ama henüz resmen kesinleşmemiş sonucuna yapılan itirazları YSK reddetmiştir. Sonuçların kesinleşmesi hâlinde Cumhurbaşkanı’nın partisine katılacağı ilan edilmiştir. Ondan sonra da uyum yasaları gündeme gelecektir. Bunların bir kısmı başbakanlığın kaldırılmasıyla ilgili olduğundan onlarda pek bir tartışma olmayacaktır. Asıl önemli konu daha önce de ifade ettiğimiz gibi Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarıdır. Bu değişikliğin en sakıncalı yanı, yukarıda da değinildiği üzere, kuvvetler ayrılığının zayıflatılması hatta bazılarına göre ortadan kalkması şeklinde tezahür edebilecek hükümlerdir. Olağanüstü hâl şartlarına rağmen bu kadar yüksek seviyede “Hayır” oyu çıkmasının en önemli sebebi de budur. Bu sakıncaları gidermenin yolu da uyum yasalarıyla millî iradeyi mümkün mertebe en yüksek seviyede yansıtacak yasal düzenlemeler yapmaktır. Bu konuda Meclis’teki partiler arasında en geniş mutabakatın sağlanması için azami gayret sarf edilmelidir. Yargının bağımsız ve tarafsız olması açısından da birtakım tedbirler düşünülmelidir. Toplumun en azından bir kesiminde üst yargı kurumlarına karşı oluşan güvensizliğin giderilmesi bakımından bu son derece önemlidir.
Önümüzdeki süreçte Türk siyasetinde, çok şümullü bir yeniden şekillenme yaşanacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi adı altında yapılan değişiklik, Türkiye’de 27 Mayıs’tan sonra yapılan en köklü sistem değişikliğidir. Bundan sonra partilerin tek başına iktidara gelmesi değil, bir başkanın seçilmesi söz konusu olacaktır. 2015 yılında yaşanan Haziran ve Kasım seçimleri de 16 Nisan halk oylaması da karizmatik bir lidere rağmen ilk turda seçimin bıçak sırtı olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, ileride şartların değişmesiyle ilk turda birinci partinin alacağı oyun yüzde 40’ın altına düşmesi beklenebilir. Bu durumda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ittifaklar gündeme gelecektir. Nitekim halk oylamasında bunun ilk provası yapıldı. Bu ittifakların milletvekili seçimlerine yansıması da muhtemeldir. Bu konular önümüzdeki süreçte enine boyuna tartışılacaktır.
***
Sonuç olarak, ısrarla ve tekrar vurguluyoruz ki, ötekileştirici ve dışlayıcı söylem, tutum ve gerginlik siyaseti, bu milleti yormuştur. Farklı düşünceler ve eğilimler bir arada, barış içinde ifade edilebilmelidir. Siyasi rekabet ve mücadele, seviyeli bir şekilde yapılmalıdır. Yine, bu kadar politize edilmiş ve kutuplaşmış bir ortamın sürdürülebilir olmadığını da idrak edelim. Bizim dağılmamızı ve birbirimize düşmemizi bekleyenleri haklı çıkarmayalım. Ne kadar farklı düşünce ve inançlara sahip olursak olalım bu vatanda hep birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu bilelim. Bunun değerini bilmemenin hangi vahim sonuçlara yol açtığını anlamak için yüz yıl önce bu topraklarda yaşananları hatırlayamıyorsak hemen yanı başımızdaki Irak ve Suriye’ye bakmak yeterlidir.