Yüzüncü Yılında Millî Mücadele
Türk milletinin tarihte kurduğu en azametli ve uzun süreli hanedan yönetimi olan Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı sonunda (30 Ekim 1918) imzalanan Mondros Mütarekesi ile büyük bir hezimetle karşı karşıya kaldı. Esasen 1699 Karlofça Antlaşması, siyasi açıdan uğradığı en büyük ve kapsamlı yenilgi idi. Ancak bu antlaşma, başarısızlıkla sonuçlanan İkinci Viyana Kuşatması’nın (1683) sonrasında Birleşik Haçlı güçlerine karşı verilen ve uzun yıllar süren savaşların sonunda gelmişti. Akabinde iç kavgalara (1703 Edirne Vakası, 1730 Patrona İsyanı vb.) rağmen kısmi bir toparlanma yaşanmıştı. 1711 Prut ve 1739 Belgrad barışları, parlak zaferler değilse de Osmanlıların tek başlarına kaldıkları düşmanlarıyla baş edebilecek kapasiteye sahip olduğunu göstermekteydi. Asıl büyük dönüm noktası, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi olmuştur. Bundan sonra kuzeydeki komşunun Balkanlar ve Kafkaslardan Osmanlı Devleti aleyhine ilerleyişini durdurmak, ancak dönemin uluslararası denge politikalarıyla mümkün olabilecektir. Müteakip dönemde gerçekleştirilen ıslahatlar, köklü atılımlar olmaktan çok, devletin yeni şartlara intibak çabaları olarak değerlendirilmelidir.
II. Mahmud ve Tanzimat dönemlerinde devlet yapısı ve ordusu büyük ölçüde yenilenen Osmanlı Devleti, önce gayrimüslim, sonra da Müslüman unsurların ayrılıkçı eğilim ve faaliyetlerine karşı “Osmanlılık” ve “İttihad-ı İslam” siyasetlerini uygulamışsa da Birinci Cihan Harbi sonunda Balkanlar ve Orta Doğu’daki topraklarını kaybetmiştir. Anadolu’nun doğu ve güneydoğusunda Ermenistan ve Kürdistan, Karadeniz’de Pontus hayallerini kuvveden fiile çıkarmak için fırsat bekleyenlere gün doğmuştu. Mütareke şartları arasında, sınırların korunması ve iç güvenlik için gerekli olan kuvvetlerden başka ordunun terhisi, “Vilâyât-ı Sitte”de (Erzurum, Van, Bitlis, Mamuretülaziz, Sivas ve Diyarbekir’den oluşan altı ilde, yani takriben bugünkü Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da) karışıklık çıkması hâlinde İtilaf Devletleri’nin bunların herhangi bir kısmını işgal edebilecekleri ve özellikle 7. Madde’de güvenliklerini tehdit edecek bir durumda müttefiklerin herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecekleri gibi hükümler vardı.
Esasen daha savaş sürerken muhtemel bir başarısızlık karşısında Anadolu’nun savunulmasına dair hazırlıklar yapılıyordu. Mütareke’den sonra ise Osmanlı Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) ve Genelkurmayı, işgaller karşısında ülkenin savunulması ve millî direniş için çalışmalara başlamıştı. Çanakkale Savaşlarında yıldızı parlayan ve Doğu Anadolu cephesinde de büyük yararlılıklar gösteren genç bir Paşa, İstanbul’a geldiğinde İtilaf Devletleri’nin gemilerine bakarak “Geldikleri gibi giderler.” demişti. İşte o genç Paşa, İstanbul’da Devlet’in içinde bulunduğu durumdan kurtarılması için çareler ararken beklediği fırsat geldi. Dokuzuncu Ordu Kıtaları’na (daha sonra Üçüncü Ordu) müfettiş olarak tayin edilmesi teklifini derhâl kabul ederek hazırlıklara başladı. Padişah’ın kendisine duyduğu güven ve İtilaf Devletleri’nin savaş dolayısıyla suçlayıp hedef tahtasına koyduğu İttihat Terakki’nin yönetici kadrosundan olmayışı gibi faktörler, bu görevlendirmenin gerçekleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Bu fırsatı iyi değerlendiren Mustafa Kemal Paşa, çok geniş yetkilerle donanmış olarak görünüşte İngilizlerin şikâyeti gereği, çetelerin faaliyetlerini önlemek ve asayişi sağlamak üzere, 16 Mayıs 1919’da maiyetiyle birlikte hareket etti. Yunanlar, hareketinden bir gün önce İzmir’i işgal etmişti. İzmir’in işgali ve Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışı, Türk Millî Mücadelesi’nin başlamasında, sembolik açıdan çok önemli iki tarihtir. Bundan sonra Havza’ya geçen Mustafa Kemal, daha sonra Amasya’da arkadaşları Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele ile birlikte önceden hazırladıkları kararları, Kâzım Karabekir ve Mersinli Cemal Paşa’nın da telgrafla onayını aldıktan sonra 22 Haziran 1919’da Millî Mücadele’nin ilk önemli belgesi olan Amasya Tamimi’ni yayımladı.
Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu tespitinden sonra milletin bağımsızlığını, yine milletin engelleri yenme kararının kurtaracağı ilan edilir. Bunun için her türlü etki ve denetimden uzak bir millî kurulun varlığının zorunlu olduğu ve bunu teşkil için de Anadolu’nun görünüşte en güvenli yeri olan Sivas’ta millî bir kongrenin acilen toplanmasının kararlaştırıldığı belirtilmiştir.
Daha sonra Erzurum’a geçen Mustafa Kemal’in faaliyetleri hakkında İngilizlerden gelen baskılara bir müddet direnen İstanbul Hükûmeti, neticede dayanamaz ve Paşa’yı görevden azledip İstanbul’a dönmesini emreder. Ancak Paşa, Anadolu’ya bir amaç için, “bir şey yapmak” için çıkmıştır ve her ne pahasına olursa olsun geri dönmeyecektir. İstanbul’da iken Fevzi (Çakmak) ve Cevad (Çobanlı) Paşalarla bu mücadele için yemin etmişlerdi. Ondan daha önce Kâzım Karabekir Paşa, kurtuluşun Anadolu’da olduğuna, önce Doğu’yu sonra da Batı’yı kurtarmak için harekete geçmenin gerekliliğine inanarak tayinini Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığına yaptırmıştı. Paris Barış Konferansı’nda Rum-Pontus ve Ermenistan devletlerinin kurulma çabalarının artması üzerine Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da daha önceden yapılması planlanan Doğu Vilayetleri Kongresi’ne Erzurum temsilcisi olarak katılır ve Erzurum (23 Temmuz 1919) ve daha sonra Sivas Kongrelerinde (4 Eylül 1919) teşkil edilen Temsil Heyeti’nin (Heyet-i Temsiliye) başkanlığına getirilir. Sivas’ta, ülkedeki müdafaa-i hukuk cemiyetleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” çatısı altında toplanmış ve böylelikle Temsil Heyeti de güçlü ve etkili bir konum kazanmıştır.
Bu kongreler sonunda, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte sınırlar içinde kalan ve ezici çoğunluğu Müslüman olan vatan topraklarının bölünmez bütünlüğü, istiklalin sağlanması, hilafet ve saltanatın korunması için “kuva-yı milliyeyi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim” (millî güçleri etkin ve millî iradeyi egemen) kılmanın esas ve merkezî hükûmetin millî iradeye tabi olmasının zorunlu olduğu, hükûmet dış baskılar yüzünden vatanın belirli yerlerini terk ederse buna karşı her türlü tedbirin alınacağı gibi hususlar vurgulanmıştır.
Görüleceği üzere Mustafa Kemal Paşa, vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı için millî egemenlik ilkeleri çerçevesinde ihtiyatlı ama kararlı bir program çerçevesinde Millî Mücadele’nin temellerinin atılmasını sağlamıştır. Daha sonra Temsil Heyeti, Millî Hareket’in yürütülmesi için ulaşım, iletişim ve güvenlik açılarından en uygun merkezin Ankara olduğu düşüncesiyle Ankara’ya gelir. Bu arada Millî Mücadele’yi destekleyen Salih Paşa Hükûmeti ile Amasya Görüşmeleri (20-22 Ekim 1919) yapılmış ve Meclis-i Mebusan için seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştır. Ankara’ya gidişte seçilen mebuslarla önce Eskişehir’de buluşması düşünülmüş, daha sonra Mustafa Kemal Paşa Ankara’nın daha uygun olduğuna karar vermiştir. Ağır kış şartlarında, açık otomobillerle zorlu bir yolculuktan sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’da, şehir nüfusunun iki katı bir topluluk tarafından karşılanan Mustafa Kemal Paşa, işte buradan Millî Mücadele’yi, Türk İstiklal Harbi’ni yürütecektir.
İşte 19 Mayıs 1919, hazırlıkları daha önce başlayan, müdafaa-i hukuk cemiyetleri ile mahallî görünümde olmakla beraber esasen elde kalan Türk vatanının tamamını savunmayı amaçlayan bir teşkilatlanmanın, önderiyle buluşmasının tarihidir. Esasen İstanbul’da bulunduğu süre zarfında da Ali Fuad ve Kâzım Karabekir Paşalar gibi arkadaşlarıyla Anadolu’da “bir şeyler” yapmayı kararlaştırmış olan Mustafa Kemal Paşa, Hükûmet tarafından geniş yetkilerle donatılmayı temin ederek bu “iş”e daha sağlam bir zeminde başlamak istemiş ve bunu başarmıştır. O, düşmanın bağrına hançer dayadığı vatanın “bahtı kara mâderini” (bahtı kara anasını) kurtarmaya azmetmiş bir kahramandır.
Burada başlattığı Millî Mücadele’yi Cumhuriyet ile taçlandıran Gazi, Büyük Nutkunda emanetini Türk gençliğine vasiyet etmişti. Türk gençliğinin 19 Mayıs ruhunu her daim diri tutması dileğiyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Millî Mücadele’nin bütün kahramanlarını saygı ve rahmetle anıyorum. Bu toprakları kanları, canları pahasına vatan yapan aziz şehitlerimizi minnetle yâd ediyorum.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!