Geçmişten Geleceğe Fethin Anlamı Veya Fatih Bugünün Gençliğine Ne Diyor?

29 Mayıs 1453’te, 21 yaşında genç bir Sultan, İslam Peygamberi’nin müjdesine ve övgüsüne mazhar oldu. Roma İmparatorluğu’nun başkentini fetheden bu genç Sultan, Konstantiniye’yi şan olsun diye değil hayalindeki cihan devletinin payitahtı olmak üzere fethetmeyi, daha çocukluğunda kafasına koymuştu. İskender gibi cihangirlerin hayat hikâyelerini öğrenmiş; dünyayı tanıyan, bilgili ve zeki bir genç olarak hayallerine sınır çizmek isteyen “eski rejim”in kudretli erkânına meydan okumuştu.

Peki, bu genç Sultan nasıl bir insandı? Onu farklı kılan neydi? Bütün kaynakların ittifakla belirttiği gibi o zeki, bilgili, geniş ufuklu, serbest düşünceli, çok iyi eğitim almış, doğru bildiğini yapmakta tavizsiz, korkusuz bir şahsiyete sahipti.

İstanbul Fatihi açık görüşlü, dünyayı tanımaya meraklı bir hükümdar olarak İslam âleminin önde gelen âlimlerini ve sanatçılarını sarayına topladığı gibi Hristiyan ve Yahudi bilgin ve danışmanlarla da yakın ilişkiler kurmuştu.  Henüz Manisa’da iken bir İtalyan hümanisti olan Ciriaco d’Ancona ve diğer bazı İtalyanlar onun sarayında bulunmakta ve kendisine Roma ve Batı tarihlerini okumaktaydılar. Yine mesela, 1465’te Milano elçisinin yazdığına bakılırsa Fatih’in Floransalı, Cenevizli ve Raguzalı danışmanları vardı. 1463 Bosna Seferi’nden dönüşünde Galata’da Floransalılara şenlik yaptırtmış ve onlardan zengin bir tacirin evine inerek yemek yemişti. Fatih’in yanında bulunan hümanistlerden Angelo Vadio, G. Stefano, Emiliano’nun adları bilinmektedir.[1] Amirutzes ile felsefi konuşmalar yaptığını belirten Kritovulos, “Zira sultan en keskin zekâlı feylesoflardan biridir.” Demektedir. Fatih, yine ona göre Arap ve İran edebiyatı hakkındaki mükemmel bilgisinin yanında Yunan filozoflarının Arapça ve Farsçaya çevrilmiş eserlerini inceler; bilgisini genişletmeye çalışırdı.[2]

İstanbul Kuşatması’na dair eserinde Zorzo Dolfin[3], İstanbul’un katliamı adı altında aslında Midilli Piskoposu olarak andığı Sakızlı Leonardo’nun ve Korfu’da kançılar Filippo da Rimano’nun olayları tasvir ettiğini belirterek şunları söyler:

“D. Jacomo Langusto Veneto’ya göre bu Osmanlı ahfadı ile tekmil hıristiyan âlemi için büyük bir tehlike olacaktı. Büyük Türk denen hükümdar Mehmet, 26 yaşında bir gençtir.[Langusto 1455’te yazmış] Mütenasip vücutlu, vasattan ziyade uzunca boylu, mümtaz muharip, saygıdan ziyade korku telkin eden görünüşlü, az gülen, son derece temkinli, âlicenap bir sahavet sahibi, kararlarında sebatkâr, her işte son derece atılgan, Makedonyalı İskender kadar şan ve şeref düşkünü bir insandır.”[4]

“Her gün kendisine arkadaşı Chiriaco d’Ancona ve diğer bir İtalyalı tarafından Roma tarihlerini [tarihleri] ve daha başka tarihler okutur[okunur]; bu adamlar ona Laerteli Diogenes, Herodotos, Livius, Quintus Curtius ve papaların, imparatorların, Fransa kırallarının, Longobardların kroniklerini okurlar; üç dil bilir: Türkçe, Yunanca ve Slavca.[Türkçe, Arapça, Rumca, Slavca ve İtalyanca: beş dil][5]

 

Fatih’in tarihe, büyük adamların hayatlarına, coğrafyaya ve askerliğe ilgisi şu şekilde ifade edilmektedir:

“Büyük bir tecessüsle İtalya’nın yeri, Ankhises’in Aineias ve Antenor ile gittiği yerler hakkında, papanın, imparatorun yaşadığı merkezler hakkında, Avrupa’da kaç kırallık bulunduğu hakkında malumat edinir; kendisinde Avrupa’nın kırallıklarını ve bölgelerini gösteren bir tasvir var. En büyük şevk ve arzu ile bilgi edindiği şeyler coğrafya ile askerlik sanatıdır.; hüküm sürmek arzusu büyüktür, ahvali ihtiyatla tetkik etmesini bilir. İşte biz Hıristiyanların karşısına çıkan böyle bir adamdır.”[6]

 

Fatih’in cihana nizam verme, adaleti götürme ülküsünü yansıtan pek çok anekdot ve vesika vardır. Trabzon’un fethine giderken kendisine elçi olarak gelen ve yanında alıkoyduğu Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun’la arasındaki diyalog bunun bir başka örneğidir:

“[Uzun Hasan’ın annesi Sara] Hatun eyidür: “Hay oğul! Bir Durabuzunçün [Trabzon için] bunca zahmatlar çekmek nedür” dedi. Padişah cevab verdi kim: “Ana! Bu zahmatlar Durabuzunçün degüldür. Bu zahmatlar dîn-i İslâm yolunadur kim ahretde Allah Hazretine varıcak hacil olmayavuz deyüdür. Zirâ kim bizüm elümüzde islâm kılıcı vardur. Ve eger biz bu zahmatı ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur.” dedi.” [7]

 

Ona ait olduğu belirtilen bir beyit şöyledir:

“İmtisal-i cahidu fillah oluptur niyyetüm / Din-i İslam'ın mücerred gayretidür gayretüm.” Yani; niyetim "Allah yolunda cihat" emrine boyun eğmekten ibarettir. Bütün gayretim de İslam dini uğrunda herkesin gösterdiği gayrettir.

O devrin uygulamaları gereğince üç gün yağma edilebilecek olan İstanbul’a girer girmez yağmayı durduran ve yeni başkentini ihya için hummalı bir faaliyeti başlatan genç Hükümdar, Anadolu’dan göçlerle Türkleştirdiği bu kentin ticari ve iktisadi açıdan kalkınması için de çeşitli gayrimüslim unsurların iskânını da teşvik etmiştir. Vakfiyesinde imar ve inşa faaliyetlerini en büyük cihat (cihad-ı ekber) olarak tanımlayan Sultan Fatih, yeni başkentinde iki saray (Eski Saray ve Topkapı Sarayı) ile meşhur külliyesini inşa ettirmiştir. Şöyle der Büyük Fatih:

“Hüner bir şehr bünyad etmektir/Reaya kalbin âbâd etmektir.” Yani asıl mesele, iş şehirleri, ülkeyi imar ve inşa etmek, halkın kalbini kazanmak, zenginleştirmektir. Zaten kelime anlamıyla fetih, “açmak, yol göstermek, zafer kazanmak” demektir.  Dolayısıyla fetihle, bir yer, bir kişinin gönlü, bir toplum imana kazandırılır, günahlardan arınır. Fetih ruhu, Allah’ın adını yüceltmek, ilâ-yı kelimetullah’tır. Osmanlıların fethettiği ve hâkimiyeti altına aldığı yerlerdeki halka uyguladığı siyasetin özü, istimalet yani kalpleri kazanmaktır. Fetih kalpleri, gönülleri kazanmak, medeniyet inşa etmek, topluma nizam ve barışı getirmektir. Kılıçla, savaşla yapılan, ancak böyle yüce bir gayeye hizmet ettiği için değerlidir.

Bu şuura sahip olan Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra burayı taht şehri ilan eder; imar ve inşası için emirler verir. 18 Haziran’da ayrıldığı şehre sonbaharda döndüğünde şehrin nüfuslandırma işinin arzu ettiği seviyede olmadığını görür, zira Anadolu’dan şehre getirilenler eski topraklarına dönmüştür. Bunun üzerine şehrin nüfuslandırılması için daha sıkı tedbirler almanın gerektiğini anlar. Bursa’ya giderek Bursa halkının bir kısmını İstanbul’a gidip yerleşmeleri konusunda ikna edemeyen yetkilileri cezalandıran II. Mehmet, Rumeli Yahudilerinin İstanbul’a göç ettirilmesini ve Bursa’dan belli sayıda kişinin Eyüp’e yerleştirilmesini emretti.

Fatih’ten, onun fetih ve büyük cihat anlayışından bugünkü kuşakların öğreneceği çok şey var: Hayatını milletine, dinine ve insanlığa adamış, çok dil bilen, tarih, coğrafya, askerlik bilgisinin yanında dinî ve müspet bilimlerde zengin bir donanıma sahip olan, sanatın hamisi, divan sahibi bir şair olarak Türk ve dünya tarihinin kaydettiği en büyük şahsiyetlerden biridir büyük Fatih. Azmi, kararlılığı, çalışkanlığı, büyük hedefler peşinde koşması ile bizlere yol göstermeye devam ediyor. Bugünün gençliği için fetih, gerektiğinde vatanını savunmanın yanında milleti ve insanlık için iyiliği, adaleti ve güvenliği yaymak, hâkim kılmaktır. Teknolojik gelişmelerde insan ve doğa merkezli yaklaşımla yeni kapılar açmaya çalışmak, insanlığın karşı karşıya olduğu tehditlere karşı temel insani değerleri muhafazaya yönelik bir yaklaşımla dünyadaki gidişe yön vermeye gayret etmektir. Onların düsturu, tıpkı genç Sultan Mehmet gibi, geçmişe ve ecdada saygı göstermekle birlikte onların hayallerinin dahi erişemeyeceği yeni hedefler peşinde koşmak olmalıdır.

 


[1] Halil İnalcık, “Mehmed II”, TDV İslam Ansiklopedisi, s. 406-407.

[2] Kritovulos, İstanbul’un Fethi, çev. M. Gökman, İstanbul 1999, s. 177.

[3] Zorzo Dolfin, “1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı”, çev. Samim Sinaoğlu-Sua Sinanoğlu, Fatih ve İstanbul, C: I, S: 1, İstanbul 1953, s. 19-62. Yazarın “Venediğin Asil Aileleri ile Adı Geçen Şehrin Kuruluşundan 1478 Yılına Kadar Kroniği” adlı eserinin İstanbul Kuşatması’na dair kısmının çevirisi olup Sakızlı Leonardo ve diğer yazarlardan alıntılar yaptığı anlaşılmaktadır. Olaylara ve coğrafyaya dair bilgi eksikliği olmakla birlikte Fatih’in karakterine dair hükümleri, o dönemin yaygın kanaatleriyle örtüştüğünden burada yer verdik. Esasen o, çağdaşlarının kanaatlerini nakletmiştir ki bunu zaten ifadelerden anlamak mümkündür. Eserin yayınında büyük kısmın Sakızlı Leonardo’dan alındığı, en mühim malumatın ise bugün kayıp olan başka bir kaynağa ait olduğu, yayında iki kaynağın tefrik edildiği belirtilir.

[4] A.g.e., s. 24.

[5] A.g.e., s. 24-25.

[6] A.g.e., s. 25

[7] Bkz. “Tevârih-i Âl-i Osman”, Yay. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri, İstanbul 1949, s. 208.