İmralı Labirentlerinde Dolaşmak

 

MİT üzerinden Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmelerde nelerin konuşulduğu, hangi konularda mutabakata varıldığı bilinmediğinden tahminlere, temennilere, varsayımlara dayalı yoğun bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Gazetelerde konuya ilişkin yazılan haber ve yorumlarla ortaya konulan tablo kamuoyunda yanlışlığı kısa sürede anlaşılacak beklentilere yol açabiliyor. Terör bitti bitecek gibi bir hava oluşturuluyor. Terörün başı ve başlatıcısı, akan kanların baş sorumlusu olmaktan çıkarılarak  barışın mimarı konumuna getiriliyor. Bu tarzda yüksek beklentilerin toplum psikolojisindeki maliyeti düşünülmeden yazılıp konuşularak aslında bu ortam bilinen çevreler tarafında özellikle hazırlanmaya çalışılıyor.

Oysa terör örgütü belli sayıdaki militandan meydana gelen, basit bir silahlı çete değil; 1984 de belki böyle idi ama 30 yıl içerisinde çok şeyler değişti.  PKK bir taraftan bugün çok sayıda kollara sahip bir ahtapot gibi, ülkeye, bölgeye, Avrupa’ya yayılıp genişlerken, diğer taraftan şehirlerde KCK yapılanması üzerinde giderek derinleşti; belediyelerle, parti ve sivil toplum kuruluşlarıyla toplumsal bir taban edindi. 10 milyarlarca liralık gelir düzeyine ulaştı. Geçen hafta İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıklamasına göre Diyarbakır ve çevresinde son iki yıl zarfında en az 2 milyar liralık örgüte ait uyuşturucu yakalanmış. Yıllardan beri Avrupa’ya sevk edilen uyuşturucuların büyük kısmının terör örgütüne ait olduğunu bunun yanı sıra insan kaçakçılığı dâhil her türlü kaçakçılığı yaptığı,  haraç topladığı,  kaçakçılara gümrük vergisi gibi salma saldığı biliniyor. Bu geniş malî kaynaklarla teröristler yurtiçinde ve Avrupa’da diledikleri çalışmaları yürütebiliyorlar; TV ler kuruyorlar, gazeteler ve dergiler çıkarıyorlar, toplantılar düzenliyorlar, her türlü silahı edinebiliyorlar militanlarının maaşlarını ödeyebiliyorlar.

Meselenin bir de uluslararası boyutu var. Türkiye’yi baskı altında tutmak, askeri, ekonomik ve siyasî gücünü bloke etmek isteyen İran, Irak, İsrail ve Suriye gibi komşularımızın yanı sıra ABD, Almanya,  Fransa gibi ülkeler açısından PKK yıllardır emsalsiz bir taşeron güç hâline gelmiş bulunuyor. Uluslararası merkezler kendilerine hiç riske etmeden Türkiye’nin başına bu kanaldan büyük dertler açabiliyorlar.

Örgütteki İran, Suriye ve Irak uyruklu teröristlerin sayısının 1500 civarında olduğu söyleniyor.  İran örgütle PAJAK’ın hudutlarının dışına çıkmasını sağlayan bir anlaşma yaparak bu sıkıntıdan kurtuldu. Karşılığını PKK’ya destek vererek ödüyor. Suriye’li  Bahoz  Erdal ve Sofi Nurettin’i Türkiye’deki en kanlı eylemleri hazırlayıcısı ve yürütücüsü oldukları biliniyor.

PKK’nın silah bırakacağını, dağdan ineceğini söyleyenler bunun Mayıs ayından başlayarak aşamalı olarak gerçekleşeceğini öne sürüyorlar. Ancak örgütün Kandil’deki iki yöneticisi Duran Kalkan ile Murat Karayılan’ın ilk açıklamaları bunun gerçekleşmesi imkânsız ütopik bir iddia olduğunu işaretlerini veriyor.

Duran Kalkan Roj Tv’nin yerine kurulan Sterk Tv isimli PKK kanalına yaptığı değerlendirmelerde silah bırakmayla ilgili olarak şöyle diyor: “bunu bekleyenler en hafif deyimiyle iyi niyetli olmayanlardır. Kendilerine göre kurnazlık yapıyorlar. Kendilerinin dışındakiler ahmak mıdır? Bunu söyleyenler aslında kendileri ahmak. Ne siyasetten, ne de bu tür sorunların çözümlerinden bir şey anlıyorlar.  Gerçekle bir alakası yoktur.”

Öcalan adına PKK’nın Kandil’deki yöneticisi konumunda olan Murat Karayılan ise Fırat Haber Ajansına yaptığı açıklamada şartlarını sıralıyor:  “çok önemli ve isabetli bir girişim ilk adımı Devlet atmalı ilk adımda Öcalan’ın İmralı’daki pozisyonunun değiştirilmesidir… AKP resmen Kürt sorununda şiddet kullanmaktan vazgeçiyorum, diyalogla ve demokratik yöntemler çözmeye karar verdim diyor mu? Ortaya bir çözüm projesi konulmalı. Evvela Öcalan’ın serbest hareket etme koşulları oluşmalı… Yeni Anayasa da Kürt halkının varlığına yer verilmeli… AKP Hükûmet’inden böyle ciddi bir yaklaşım gelişirse, biz de demokratik çözüm sürecinsin gelişmesi için elimizden geleni yaparız.

PKK’nın siyasî kanadı olan BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaşın da Meclis grubunda bu konuda yaptığı konuşmasında örgütün yahut Öcalan’ın herhangi bir adım atmasına, yükümlülük almasına hiç değinmeden, her zamanki gibi Devlet’i, Hükûmet’i ağır bir dille suçlayan, ültimatom havası taşıyan üslubuyla kimsenin hayal kurmaması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.

PKK’nın çeşitli kanallardan yaptığı bu açıklamalara karşılık, basında tam tersi bir hava estiriliyor: “bu ilk görünenler İmralı mutabakatına göre Mayısta çekilmeye başlayacak olan PKK, Erbil’de “Ulusal Konferans toplayarak” silahlı mücadeleye son verdiğini duyuracak. Öcalan’ın kırmızıçizgisi ise liderliği” ( Taraf 10 Ocak 2013 Kurtuluş Tayis)

Bu gibi gerçek dışı muhayyel haber ve yorumların zihinleri karıştırmaktan, kamuoyunu yönlendirmekten  toplumda   örgütün isteklerini  kabule hazır bir  ruh hâli yaratmaktan başka  bir anlam taşımadığı ortadır.

Basındaki haberlerin satır aralarında PKK çevrelerinin Devlet’ten isteklerinin neler olduğu açıkça yer alıyor. Buna göre ilk olarak Öcalan’ın durumunun düzeltilmesi yani örgütle temaslarını serbestçe sürdürebileceği, görüşmelerini yapacağı bir ortamın hazırlanması isteği yer alıyor. Gerçi Öcalan’ın bu tarz bir talebinin olmadığını yazanlar varsa da, hem kendisini hem de örgütünü ilk isteğinin bu olduğu evvelden beri biliniyor.

İlk sıradaki taleplerden diğerinde dördüncü yargı paketinde cezaevlerindeki KCK tutuklularının büyük kısmının salıverilmelerini sağlayacak yasal düzenleme  yapılması konusu yer alıyor. Bu konu örgüt açısından büyük önem taşıyor. Zira son 3 yıl içerisinde yapılan operasyonlarla şehirlerde KCK bünyesinde örgütlenen militanların bir bölümünün tutuklanmaları örgütün hazırladığı halk ayaklanmaları ( serhildan) planını akamete uğrattı. Başta Diyarbakır olmak üzere, bazı şehirlerde Tahrir meydanınkine benzer eylemler düzenleme girişimi tutmadı. PKK bu sıkıntısını giderebilmek için hâlen cezaevlerinde örgütsel eğitim alarak daha da militanlaşan şehir kadrolarını tekrar devreye sokmaya büyük önem veriyor.

Yerel yönetimlerin yetkilerinin geliştirilerek otonom eyaletler oluşturma projesi PKK’nın başlıca hedeflerinden birisidir. Bunu her vesileyle gündeme getirerek hayata geçirebilmek için basındaki yandaşları, post modern liberal çevrelerle birlikte yoğun çaba harcıyorlar. Oslo görüşmelerinde olduğu gibi İmralı’da da bu konunun görüşüldüğü anlaşılıyor. Hükûmet’in  bu arada Avrupa Yerel Yönetimler  Özerklik Şartında yer alan çekincelerin tümüyle kaldırılması, valilerin seçimle işbaşına gelmeleri hususunda  yasal  düzenleme girişimi yapması sürpriz olamayacaktır. Çünkü bu yöndeki bir girişimin yapılması durumunda, yeni anayasa hazırlıkları çalışmalarında BDP’nin AK partiye destek verebileceği anlaşılıyor. Bu hususu meselenin belki de ana damarını oluşturuyor. Başbakan 2014’de Cumhurbaşkanı olmak isterken, bunun sisteminin  başkanlık veya en azından yarı başkanlığa dönüştürülmesiyle birlikte düşündüğü biliniyor. Şu andaki Meclis tablosunda AK partinin Milletvekili sayısı referanduma gidilebilecek bir anaysa değişikliği için yeterli değil; bunun için mutlaka diğer partilerin desteği gerekiyor. CHP ve MHP’nin sistem değişikliğine destek vermeyecekleri ortada. Bu durumda BDP’nin belli maddelerde dilediği düzenlemelerin  yapılması durumunda AK partiye destek vermesi muhtemeldir. Sonuçta 307 rakamına ulaşılıp yahut geçilmesi durumunda %6 lık BDP oylarını da alarak hem referandumda hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde istenen sonuçların alınmasına yönelik hesapların yapıldığını düşünmek yanlış olmaz.

Türkiye 2009’un yaz aylarında başlatılan, kısa süre sonra Habur faciasıyla başarısız kalan açılım değişiminden sonra, şimdi İmralı’da başlatılan görüşmelerle yeni tahayyüllere, ütopik hedeflere yelken açmış görünüyor. Görüşmelerin kamuoyuna açıklanmasından hemen sonra, önce Hakkâri’de PKK’nın yüzden fazla teröristle düzenlediği karakol saldırısı, ardından Paris’te üç PKK’lı kadının ördürülmeleri konunun her türlü provokasyona açık olduğunun göstergesidir.   Terör örgütünün yapısı, birden fazla yönetim merkezinin olması, bunlarla bağlantılı uluslararası güçlerin  devrede olması Öcalan’ın etkisini ve gücünün  abartılmaması gerektiğini gösteriyor. Kaldı ki Öcalan’ın amacı, hedefleri bellidir. Bunlardan saptığını, değiştiğini gösteren ciddiye alınabilecek bir emare yoktur. Bir çıkış yolu bulunabilir ümidiyle son derece tehlikeli labirentlerde dolaşılmaya kalkışılması durumunda Öcalan’ın taktik manevraları karşısında çaresiz duruma düşülmesi, çözüm adına örgüte yeni kazanımlar sunulması kaçınılmaz hâle gelir.

2009’daki açılış döneminde sık sık belirttiğimiz gibi PKK varlığını muhafaza ettiği, silahı elinde tuttuğu sürece barış adına yapılacak girişimler örgütün etki alanını genişletmekten fazla sonuç vermez;  sorunlar ağırlaşarak devam eder.