Solcular Ne Zaman Normalleşecekler?

12 Temmuz 2012 tarihli Hürriyet gazetesinde şöyle bir haber vardı:

Afyonkarahisar’da 4 kişiyi taammüden  öldürmekten müebbet hapis cezasına çarptırılan Gökhan Armağan,  6 yıl cezaevinde kaldıktan sonra, son çıkan yargı paketi kapsamında mahkeme tarafından salıveriliyor. Ancak tahliyesinden  birkaç gün sonra hasımları tarafından kurşunlanarak öldürülüyor.

Bunun gibi son çıkan yargı paketindeki hükümler uygulanarak tahliye edilen onlarca insan var. Basınımız haber değeri görmediği için bunlara yer vermedi. Buna mukabil  bazı gazeteler 12 Eylül öncesi olaylar nedeniyle yargılanıp mahkûm edilen ve yıllardır cezaevinde bulunan üç ülkücünün tahliyelerine büyük tepki gösterdiler. Bir anda 33 yıl öncesine dönerek konunun hukukî  mahiyetini bir yana bırakarak, ideolojik bir şablon oluşturmaya çalıştılar. Olayda hayatını kaybeden 7 TİP’linin resimleriyle, yakınlarının sözleriyle, kendi yorumlarıyla ve kesin hükümleriyle  duyguları köpürtmeyi amaçlayan bu üslûp,  gazetecilik habercilikle ilgisi olmayan, 30 küsür yıldır içlerinde saklı tuttukları  ideolojik saplantılardan kaynaklanan kin ve nefretin dışa yanmasıdır.
Meselenin hukuki tarafını bilmeyen insanlar bu yazılardan  doğal olarak etkilenebilirler. Nitekim kararı  veren mahkemenin hâkimi bile, vicdanının  rahat olmadığını söyleme gereği duydu.

Oysa meselenin hukukî mahiyetinin bu dezenformasyon girişimleriyle ilgisi yok. Yıllardır sürüp gelen bir haksızlık yargı paketinde giderilmeye çalışıldı. Ceza ve usul kanunlarında günümüzde yeri olmayan bir uygulamayla,  adeta özel hükümlü gibi cezaevinde tutulan üç ülkücünün de  adaletten yararlanmalarına imkân tanınmış oldu; olay bu.

7 TİP’liyi öldürmekten dolayı iki ülkücü için TCK’nın 450. maddesinden “taammüden, ayrı ayrı” idam cezası verilmişti. Böylece ceza yediye katlanmıştı. 1991’de çıkarılan  3713 sayılı kanun,  müebbet hapis cezasına çevrilen bütün idam cezalarını 10 yıl hapse dönüştürürken, o yıllarda idam cezası almış olan ve 10 yıl yatmış bulunan bütün solcu ve bölücü mahkûmlar serbest bırakıldı. Çünkü 12 Eylül’ün öncesi ve sonrasında solcu eylemcilerle bölücüler kaç kişi öldürmüş olurlarsa olsunlar, eski ceza kanuna göre 125
( bölücülük) ve 146 ( Anayasa İhlâl)  maddelerine göre yargılanıp hüküm giymişlerdi.  Başka bir ifadeyle,  sol ve bölücü eylemciler kaç kişiyi öldürmüş olurlarsa olsunlar, kaç eylemleri olursa olsun, yaptıkları  “tek bir suç, anayasal düzeni değiştirmek ve cebren toprak bütünlüğünü bozmaya teşebbüs” sayıldığından  sadece bir idam yahut müebbet cezası almışlardı.  Böylece  mesela 6 ülkücü öğretmenin katilleri 20 yıl önce dışarı çıkarken, ülkücü Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı’nın cezaları 7x10=70 yıla indirilmek suretiyle infaz sürdürülmüş oldu.

Basının malum kalemleri, solcuların tahliyelerine şimdi yaptıkları gibi “katiller salıveriliyor, caniler himaye ediliyor” diye tepki vermek yerine,  tam tersine memnuniyetle karşıladılar. Çünkü onların eylemlerini, cinayetlerini kendilerinin de tahayyül ettikleri devrimin yapılması için başvurulan yöntem olarak görüyorlar, dirsek teması hâlinde oldukları bu eylemcileri ve örgütlerini halklı ve meşru göstermeye çalışıyorlardı.

12 Eylül 1980’den önce binlerce insanın hayatını kaybettiği kaos ortamının oluşmasında basındaki imkânlarını ajitasyon amacıyla kullanan bu kalem sahiplerinin, gazeteci ve siyasetçilerin büyük payı vardır. Sırtlarını okşayarak, kışkırtarak sokağa çıkardıkları, çatışmaya yönlendirdikleri bu gençlerin ölümlerine    yürekleri yanmadı; ikiyüzlü davrandılar. İçtenlikle üzülmek bir yana, akan kanları halk savaşının aşaması, devrimin habercisi saydılar.

12 Eylül öncesinin gazetelerini taradığınızda, günümüzde liberal demokrasiyi, özgür düşünceyi kimseye bırakmayan bu yazarların  solcu eylemcilerin yaptıklarını kınayan tek bir satırını bulmazsınız.  Israrla sergiledikleri  “yoldaşlık” dayanışması o günlerden bugüne hiç değişmedi. Hazırladıkları Tv dizileri, filimler, yazdıkları roman ve hikâyeler tümüyle tek yanlıdır. Solcu-Komünist eylemciler,  bölücüler nazarlarında hep “iyi çocuklar” dır. Meşru ve haklı bir davanın, adil düzenin peşinde olan idealist  insanlardır. Büyük paralarla hazırlanan “Hatırla Sevgili” dizisinde bu bakış tarzı yoğun şekilde yansıtılmıştır.

Dev-Yol, Dev-Sol, “THKP-C vb. solcu cinayet örgütlerinin katlettiği ülkücü ve milliyetçiler bu kesimlerin nazarında sanki hiç yaşamamışlardır. Recep Haşatlı’dan  Darendelioğlu’na, Gün Sazak’dan H.Cahit Aküzüm’e kadar 2000 den fazla MHP’li ve ülkücünün şahadetlerini ısrarla, inatla görmezlikten gelirler. Aslında bu ölümlerin her birini devrimcilerin faşistleri cezalandırması olarak gördüklerinden içten içe sevinirler.

7 TİP’linin öldürülmesi insanlık adına kabulü mümkün olmayan feci bir olaydır;  vicdan ve aklıselim sahibi herkesin buna tepki duyması doğaldır. Ancak bazılarının hâlâ eski saplantılarından kurtulamamaları, kadavra hâline gelen ideolojilerinden sıyrılıp normalleşememeleri toplumun huzuru adına  ciddi bir sorundur. Bu bağnazlık sonuçta genç nesilleri 80 öncesinden olduğu gibi,  kavgaya yönlendirmek anlamına geliyor. Deniz Gezmiş’ler Mahir Çayanlar vb.  gibi dönemin solcu eylemcileri her fırsatta yüceltilerek gençlere idol hâlinde sunuldukça üniversitelerde gerginlikler tırmanıyor. Öğrenci kolektifleri gibi oluşumlarla, bunlar adına düzenlenen eğitim kamplarıyla yeni çatışmaların fitili ateşleniyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupa solu ciddi bir eleştiri dönemi yaşadı. Değişen dünya şartlarını hesaba katarak,  olabilirlik hesapları yaparak Sosyal ve psikolojik tercihleri doğru okuyarak yeni bir yol haritası belirlediler; dönüşüm yaptılar. Buna karşılık Türkiye solu aynı çizgisini sürdürmekte ısrar etti. Kürtçülerle, PKK ile işbirliği yaparak, koalisyon kurarak varlığını sürdürmeye, bölücüler kanalıyla devleti yıkarak pay almaya çalıştılar. 80 öncesinde sol örgütlerde yer alan birçok militan bu yöntemle milletvekili oldu. Profesör sıfatına sahip bazı Marksist aydınlar KCK’nın gençlik örgütlerinde eğitim çalışmalarında yer aldılar; PKK’nın siyasî iz düşümü olan partiye katıldıklarını iftiharla ilan ettiler.

PKK’nın özel propaganda vasıtaları aramasına gerek kalmadan, liberal ve demokratik makyajlı dünün solcu kalemleri bu misyonu fazlasıyla yerine getirebiliyorlar.

Bizim solcular bugünkü ikiyüzlü, samimiyetten uzak tavırlarını sürdürdükçe inandırıcı olamayacaklar, itibar bulamayacaklardır. Çünkü milletimiz ferasetiyle, irfanıyla, aklıselimiyle sahtekârlıklarını kolaylıkla teşhis edebiliyor, yüz vermiyor. Toplumda karşılığı bulunmayan  bu zihniyet sahipleri, medyadaki imkânlarını kullanarak  huzursuzluk çıkarmak, yeni bir çatışma ortamı hazırlamak için elinden geleni  fazlasıyla yapıyor.

Üç ülkücünün tahliyesine gösterdikleri tepkinin  asıl nedeni hukukî ve vicdani kriterler değil, ideolojik saplantılardır. Şiddet yöntemini devrimci ve karşı devrimci şeklinde ikili yorumlamaya tâbii tutup, solcularınınki  meşru gördükleri sürece  yazıp konuştuklarının  değeri ve anlamı yoktur.

Nuri GÜRGÜR