Uludere Faciası Ahlâksızca İstismara Çalışılıyor
4 Ocak 2012 / Uludere’de çoğu çocuk 35 vatandaşımızın ölümüne yol açan facianın PKK tarafından tahrik ve propaganda amacıyla kullanılmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Vicdan sahibi herkesin elem duyduğu, yüreğinin kanadığı bu olayı ilk saatlerden itibaren politik ve ideolojik bir kampanya için fırsat saymak tek kelimeyle ahlâksızlıktır. Keşke bu olay olmasaydı; hudut bölgesindeki insanları birkaç liralık kazanım
uğruna bu yollara düşüren ekonomik şartları ıslah edecek önlemler şimdiye kadar alınabilseydi.
Türkiye yüz milyonlarca dolarını terörü önlemek amacıyla kullanmak zorunda bırakılmasaydı da, bu imkanlarını bölgenin ekonomik kalkınması için harcayabilseydi. Meselenin bu tarafı ayrı bir konu olayın güncelliği açısından şu anda üzerinde durulması, düşünülmesi gereken yanı, ırkçı-ayrılıkçı terör örgütüyle yandaşlarının, sempatizanlarının provokatif tutumlarıdır.
PKK muhipleri terör örgütüyle tam bir uyum ve dayanışma halinde kara propaganda kampanyası yürütüyorlar. Olayın nasıl meydana geldiğine ilişkin olarak ilgili kurumların sürdürdükleri inceleme ve araştırmalarının ilk sonuçlarını bile almaya gerek görmeden gazetelerine devlet vatandaşını bombaladı manşetini atıyorlar. Ardından bu saçma iddianın asılsızlığı ilgili makamlarca anlatılmaya çalışılınca “iyi de senin devletin halkını bombaladı” başlığıyla bu hezeyanı tekrarlıyorlar.
Meclis’te konu üzerinde yapılan görüşmelerde İmralı ve Kandil’in temsilciliğini yapanların etnik-ırkçı saplantılarının nasıl bir akıl tutulması oluşturduğu, robotlaştığı fikri sabit haline getirdiği görüldü. Devletin 90 yıldır Kürt halkına katliamlar yaptığı iddiası yalan ve iftirayı meşrep haline getiren bu tiplerin Meclis zabıtlarına kaydettirdikleri belgelerdir. Kürsüyle de yetinmeyerek Beyoğlu caddelerinde düzenli şekilde sahneye koydukları “barış anneleri” tiyatrosunu Meclis’e taşıdılar. Getirdikleri kadınlardan birine barışın yolunun APO olduğu ve onun serbest bırakılmasını istediklerini söyleterek mesaj vermek istediler.
Bütün toplumun yüreğini yakan bu acı yaşanırken, terör örgütünün görevli organları tarafından bölge halkını ajite etmek maksadıyla kullanılması, buna paralel olarak zihniyet ve ideolojileri gereği, devlet karşıtlığını kategorik bir ilke halinde içselleştirmiş olan bazı gazetecilerin insani değerleri referans göstererek yazıp söyledikleri olayı aydınlatmaya değil, tam tersine kördüğüme dönüştürüp her türlü yorumu yapabilecekleri bir karmaşaya sürükleme girişimidir.
Samimi olmadıkları, bağrışmalarının asıl sebebinin meselenin aydınlatılmasını istemek değil, dezenformasyon olduğu açıkça görülüyor. Çünkü son aylarda yürütülen operasyonlarda ağır darbe aldılar, canları yandı. Etkisiz hale getirilen 100’den fazla teröristin arasında 20’ye yakın bölge sorumlusu elebaşılarının bulunduğu ortaya çıktı. Kışı geçirmek üzere hazırladıkları mağaraların, barınakların, buralara yerleştirdikleri malzemelerle birlikte kullanılamaz hale getirilmesi, bütün feryat ve figanlarına rağmen tutuklanan onlarca KCK’lı nedeniyle şehirlerdeki yapılanmalarının işlemez hale gelmesi büyük darbe aldıklarını gösteriyor. Zor bir dönemden geçen ve uygulanan tecrit nedeniyle aylardır Öcalan’dan talimat alamayan terör örgütü, Uludere’de yaşanan talihsiz faciaya bir cankurtaran simidi gibi yapışmak istiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 35 vatandaşımızı bombalayıp öldürmekle herhangi bir çıkarı olabilir mi? En ufak bir emaresi bile olmadan bu olaya katliam damgasını basmanın hukukî ve ahlâkî bir gerekçesi yoktur. Bazı siyasetçilerin ve yazarların bir şairin ‘33 kurşun’ mısralarını bu olaya yakıştırmaları ise densizce bir özenti görüntüsü veriyor.
Genelkurmay bir hata yapıldığını kabul etti; vakit geçirmeden bununla ilgili soruşturma açılması için gereken talimatlar verildi. Göreve geldiği andan itibaren büyük bir azim ve ciddiyetle işini hakkıyla yapmaya çalışan, iyi bir asker ve komutan olduğunu herkese kabul ettiren Org. Necdet Özel, Başbakan ile dört saatten fazla görüşüyor. Eldeki bilgi ve görüntüleri anlatarak olayı aydınlatmak üzere samimiyetle çalışıyor. Buna rağmen asılsız komplo iddialarıyla askeri suçlu ve kasıtlı göstermek vicdansızlık değil midir? Kim ne yaparsa yapsın ırkçı-ayrılıkçı öfkeyle gözleri kararan, devleti peşinen suçlu ve cani, teröristleri haklarını elde etmek için çalışan mağdurlar olarak gören, eylemlerini meşru sayan kesimlerin tavırlarını değiştirmeleri mümkün değildir. 03 Ocak 2008’de Diyarbakır’da bir dershanenin önünde patlatılan bombayla 8 çocuğumuz vahşice katledilmişti. Her fırsatta insaniyet dersi vermeye kalkışan PKK muhibbi kalemlerden dördüncü yıl dönümünde bu feci olayı hatırlayıp satır yazan olmadı. Bu katliamın yapıldığı tarihte de olayı geçiştirmeye çalışmışlardı. Ama şimdi Uludere’deki facianın aydınlatılmasını beklemeye gerek görmeden PKK’yı meşru ve haklı bir hareket olarak göstermek üzere fetvayı basıyorlar: “Nedir istediğiniz? Ne istediğiniz aslında açıkça görülüyor, siz efendi olmak, Kürtleri de köle yapmak istiyorsunuz. Kürtler köle olmayacak, asla gerçekleştiremeyeceksiniz bunu…. Bu yaşananlara bakıp ta Kürtlerin dağlara çıkmasını anlamayan biri haysiyetten, gururdan, onurdan nasibini almamış biridir. Kürtlerin dağlara çıkmasını anlamayan biri kendisine böyle davranıldığından sesini çıkarmayacak, sinecek, korkacak, onursuzluğa razı olacak biridir. Kürtlere saygı göstermeyecekseniz ayrılın. Ayrılmak istemiyorsanız Kürtlere saygı gösterin.” (Ahmet Altan, 3 Ocak 2012 Taraf)
Durum ortadadır. PKK’nın silah bırakması sağlanmadığı, bölge halkı üzerinde korkuya dayalı olarak kurduğu baskı ortadan kaldırılmadığı sürece, atılacak adımlar sonuçsuz kalacaktır. Üstelik terör örgütü bunları kendisi sayesinde kazanılmış imkânlar olarak sunup durumunu pekiştirmeye, psikolojik ortamı kontrolünde tutmaya çalışacaktır. Kararlı ve bilinçli hareket ettiği zaman sonuçların ne olduğunu Ağustos ayından bu yana herkes görüyor. Bunu PKK ve sempatizanları da görüp ağlaşıyorlar. Türkiye 30 yıldır bir kabus gibi üzerine çöken, hamle yapma kabiliyetini bloke eden bu etnik fitne belasını defetmeye mecburdur. Bunu başarmak suretiyle bu yüzyıldaki konumumuzu belirleyeceğiz, Dünya milletleri arasında hakkımız olan yeri alacağız.