Türkiye Herşeye Rağmen Büyük ve Güçlü Bir Ülkedir
Nuri GÜRGÜR
Siyasi kültürümüzde 150 yıl kadar önce yapılan müşahedelere göre ifade edilen kaht-ı rical hükmü Misalli Büyük Türkiye Sözlüğü’nde şöyle anlatılıyor. “Kıymetli insan yetişmemesinden ileri gelen devlet adamı ve yönetici kıtlığı”. Sözlükte bunun açıklaması üzerinde rahmetli Prof. Mukbil Özyörük’ten alıntı yapılmış: “Görevlerin münhal yani boş kalması değil, oralarda birilerinin bulunması ama âdeta boş kalmasına yol açan yerinin doldurulmaması olayıdır.”
Tarihçiler genellikle Osmanlı Devleti’nin gerileyip dağılmasına yol açan temel faktörlerin başında liyakatli, nitelikli yönetici zaafının bulunduğu görüşünde birleşirler. Bu sorun ne yazık ki Cumhuriyet döneminde de giderilemedi. Prof. Mümtaz Turhan’ın 60 yıl kadar önce eğitim politikamızı birinci sınıf insan, kaliteli ve nitelikli aydın yetiştirilmesi üzerinde yoğunlaştırılması gerektiğine ilişkin görüşleri ilgililerce dikkate alınmadı. Hoca’nın şahsi nazariyesi olarak yazıldığıyla kaldı.
Türkiye’nin iyi yetişmiş nitelikli aydın eksikliği her alanda olduğu gibi, doğal olarak siyasette, devletin yönetilmesinde, bürokraside daha net biçimde ortaya çıkıyor. Çünkü bu alanlarda yapılan yanlışlar, gaflar yapanlarla sınırlı kalmıyor. Doğrudan sorumlu oldukları, yönettikleri yerlere yansıyor; otomatikman devletin başarısızlık hanesine yazılıyor. Bunların adedi çoğaldıkça devlet çarkı duraklayıp işlemez hale geliyor, kurumlar işlevlerini yapamıyor, sorunlar büyüyor. Sonuçta giderek kabaran başarısızlığın faturasını ödeme mükellefiyeti milletimizin sırtına yükleniyor.
Şartların elverişli olmasıyla, şu veya bu şekilde siyasette lider konumuna gelen, ülke yönetimini üstlenen, böylelikle toplumun kaderine hükmeden birçok siyasetçinin bu sorumluluğu taşıyacak niteliklere sahip olmadığı anlaşılıncaya kadar ortaya çıkan kayıpların telafisi ne yazık ki mümkün olmuyor. Nüfusumuz 73 milyonu geçiyor. Pek çok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan çok daha fazla, 12,5 milyon öğrenci eğitimin çeşitli kademelerinde öğrenimlerini sürdürüyorlar. Üniversitelerimizin sayısı şimdilik 166 ve bu sayının yakın zamanda 200’ü geçmesi bekleniyor. Rakam olarak parlak görünen bu tablonun politik ve bürokratik hayatımıza yansımalarına bakıldığında, izahı zor bir dengesizlik söz konusu. Entelektüel ortamın kalite ve nitelik meselesi 150 yıldan beri aşılamadığından kaht-ı ricalin yani iyi ve becerikli yönetici kıtlığının giderilmesi mümkün olamıyor.
Birkaç gün önce bu elem verici tablonun tipik bir örneğini eski başbakanlardan Mesut Yılmaz sergiledi. Bu insanın siyasi hayatında bulunduğu makamlar açısından, başta dışişleri olmak üzere çeşitli bakanlıklarla başlayan ve başbakanlıkla taçlanan siyasi kariyerinin yanı sıra zamanında iki büyük merkez sağ partiden birinin genel başkanlığını yapması nedeniyle zenginleşen büyük bir tecrübesinin bulunduğu aşikâr. Peki nasıl oluyor da bu derece birikimli ve tecrübeli bir insan ancak boşboğaz ve geveze birinin yapabileceği yanlışa düşebiliyor? Şu sıralarda kamuoyunun dikkatini çekecek, gündemde yer alacak bir pozisyonunun olmaması bu bilinçsiz çıkışı yapmasına gerekçe sayılabilir mi? Sarf ettiği sözler adının basında yer alma arzusundan kaynaklanan psikolojik bir arka plâna dayalı olsa bile, yaptığı gafın bedelinin milletimize ağır bir yük şeklinde yansıtılacağını nasıl olur da düşünmez?
Beyefendi, tatil-i şahanelerini Los Angeles’de geçirmek kararıyla ABD’ye uçarken yaptığı ağır gafı sıradan birkaç tevil cümlesiyle geçiştirebileceğini zannediyor ama eloğlu kendisine sunulan kozu kullanmakta kararlı. Bay Yılmaz’ın poker oyuncularına mahsus donuk bir üslupla ayaküstü söylediği “sözlerim çarpıtıldı” cümlesiyle tatmin olup unutma niyetinde değiller. Yunan gazeteleri “Ormanlarımızı Türk ajanlar ateşe verdi. Yunanistan tazminat talep edecek” manşetleriyle dolup taşıyor. Yunan Hükümeti konuyu vakit geçirmeden Avrupa Birliği Komisyonu’na intikal ettirerek bir Avrupa sorunu haline getirmek için harekete geçti. Yunan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği Müsteşarı’nı Bakanlığa çağırarak, Ankara’nın Yılmaz’ın açıklamalarını araştırmasını ve akabinde bilgi vermesini istedi.
Mesut Yılmaz’ın uzun süre işgal ettiği devletin en üst makamlarında ülkeye hangi hizmetleri yaptığını tartışmaya gerek yok. Bunu milletimiz çoktan yaptı ve kendisini siyasetin mevtaları arasına gönderdi. Yetkili olduğu yıllarda yaptığı yanlışlarla ülkemize verdiği zararların kat kat fazlasını sorumsuzca sarf ettiği bu sözleriyle zirveye taşıdı. Vaktiyle Budapeşte’deki otelin kumarhanesinde taşıdığı sıfatın sorumluluğunu ve onurunu bir yana bırakarak yol açtığı skandal sadece iç siyasetle ilgiliydi. Bu defaki yaptığıyla kendisini bile aşmayı, uluslararası bir sıkıntıyı Türkiye’ye havale etmeyi başarmış bulunuyor.
Bu hüzünlü görünümün farklı bir yanı da var. Türkiye öylesine güçlü bir devlet yapısına, sağlam temellere dayanıyor ki kökleri yüzyıllar öncesine uzanan bu kaht-ı rical sorununa rağmen ayakta kalabiliyor. Üstelik otuz yıldır üzerimize musallat edilen, beceriksiz ve tutarsız yönetimler nedeniyle derinleşen etnik fitne belasıyla bile Türkiye’yi çökertmeyi başaramıyorlar. Fuat Paşa’nın zamanında dediği gibi, birileri dışarıdan kendimiz içeriden ne yaparsa yapsın ayakta kalabiliyoruz.
Devletin zirvelerinde 150 yıldır eksilmeyen bunca aymazlıklara, yanlışlara ve gaflara rağmen varlığımızı sürdürüyor olmamız kuşkusuz büyük başarıdır ama bunları telafi etme mecburiyetinde kalan milletimiz, bunu ağır bedeller ödeme pahasına yapıyor. Bunun için sarf etmek zorunda kaldığımız kaynakları, imkânları, dikkat ve enerjimizi esas alanlarından buralara kaydırmak zorunda kaldığımızdan, ihtiyacımız olan küresel hamleleri yapmaya, uluslararası alanda baş aktörlerden biri olmaya fırsat bulamıyoruz. Öyle görünüyor ki kaht-ı rical açmazı bu tarzda sürüp gittikçe hareket kabiliyetimizi frenleyen hatalarla, budalalıklarla uğraşıp duracağız. Böylece zaman, imkân ve fırsat savurganlığıyla kıvranıp duracağız.