İsrail ile Savaşın Diğer Yüzü

5 Eylül 2011
Nuri GÜRGÜR


Birleşmiş Milletler Mavi Marmara raporunun “çok gizli” ibare taşımasına rağmen basına sızdırılması, İsrail’in uluslar arası arenadaki gücünün yeni bir göstergesidir. Olayın ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Paris’te Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu’yla konuyu görüşüp, bir anlaşma zemini bulunması için söz konusu raporun açıklanmasının 6 ay daha ertelenmesi talebini ilettiği gün yaşanmış olması, son derece düşündürücüdür. ABD bile İsrail’i dizginleyemiyor; kendi çıkarları açısından neyi öngörüyorlarsa kimseyi dinlemeden onu uygulamaya koymakta sakınca görmüyorlar.

 

Rapor bir gazetenin başlığında belirtildiği üzere, “BM değil İsrail yazmış gibi” düzenlenmiş. Gazze ablukası meşru sayılıyor, İsrail’in uluslar arası sularda müdahale hakkı bulunduğu kabul ediliyor, böylece Türkiye’nin iki temel argümanı boşlukta bırakılarak İsrail hukuki bakımdan haklı çıkarılmış oluyor. Türkiye, Davutoğlu’nun açıkladığı gibi Uluslar arası Adalet Divanına gidecek olursa, İsrail daha şimdiden sağlam bir dayanak kazanıyor. Aynı şekilde öldürülen Türklerin aileleri, hükümetin desteğiyle uluslar arası mahkemelerde dava açacak olurlarsa karşılarında bu raporu bulacaklar.

İsrail’in, raporun resmen açıklanmasını beklemeden basına sızdırması, bu konuda Washington’dan gelebilecek baskıları önlemeye yönelik taktik bir tavırdır. Raporun yasal yönlerden kendisini temize çıkaracak bir içerikle hazırlanmasını sağlayarak amacına ulaşmış, rahatlamış oldu. ABD’nin arabuluculuk yaparak Türkiye’nin tatmin edilmesini, uzlaşma zemini bulunmasını istemesi durumunda, atacağı her adımın kendi kamuoyunda tepkilere neden olacağını hesaplayan İsrail hükümeti, meseleyi kısa yoldan kestirip atmayı tercih etti. Bunu yaparken Türkiye’nin muhtemel tepkilerini hesaba kattığı, ancak fazla önemsemediği anlaşılıyor.

Türkiye - İsrail ilişkileri Mavi Marmara baskınıyla ciddi bir yara almıştı; devamında ciddi bir krizin içine girmiş bulunuyor. Davutoğlu’nun açıklamalarında yer alan “Doğu Akdeniz’de seyr ü sefer serbestisinin sağlanması” ifadesi her türlü sertleşmeye kapı aralayan bir anlam içeriyor. Bunun yanı sıra konunun uluslar arası platformlara yansıtılması ve İsrail’in diplomatik alanlarda sıkıştırılması, yaşanacak “Soğuk Savaş”ın habercisidir.

Türkiye onurlu bir ülke olarak yurttaşlarına yapılan saldırının hesabını sormakta kuşkusuz son derece haklıdır. Bu hukuk ve ahlâk dışı tutumun sineye çekilmesi elbette düşünülemezdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün “başka tedbirler de alınabilir” ifadesi sorunun daha da tırmanabileceğini ifade ediyor.

Bu meselenin bizim açımızdan en düşündürücü yanı, olayın bir devlet tasarrufu ve kararı olarak değil, İHH adlı bir sivil toplum kuruluşunun girişimi sonucu çıkmış olmasıdır.

Mavi Marmara’ya yapılan İsrail saldırısı üzerine yaptığımız yorumda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin dış politikası kendi inisiyatifi dışında İHH isimli örgütün “emrivakisiyle” karşı karşıya kalmıştır.

İslâmi argümanlar üzerine oluşturulan ve misyonu “hayır ve yardım”la sınırlı olması gereken bir örgütün doğrudan uluslar arası diplomatik bir aktör konumuna gelmiş olmasının, sonuçta Türkiye’yi bir ülkeyle “Soğuk Savaş”a sürüklemesinin kabul edilir bir yanı yoktur. Türkiye yıllardan beri Filistinlilere yardımcı olmak, Gazze’de yaşanan hukuksuzluğa karşı tavır almak konusunda elinden geleni yapıyor. Bunun daha ilerilere taşınması, Türkiye’nin doğrudan “savaşan taraf” konumuna getirilmesi dış politikamızı, bunun da ötesinde uluslar arası ilişkilerimizi sabote etmektir.

İHH’nın emrivakisinin yol açtığı tabloyu herkes iyi okumalıdır:

  1. Türkiye bu noktadan sonra geri adım atamaz; sorunun takipçisi olmak zorundadır
  2. Türkiye sadece İsrail Hükümetiyle değil, başta ABD olmak üzere, dünyada yaşayan ve etkili konumda bulunan Yahudi lobileriyle ipleri koparmış bulunuyor. Finans merkezlerinde, basın ve televizyon dallarında, pek çok ülkenin siyasetinde büyük güce sahip olan Yahudilerle, devletimizin tercihi olmayan bir konu üzerinden çatışır duruma gelmenin maliyetini İHH ve yandaşları mı karşılayacak? Hamas mı zararlarımızı telâfi edecek?
  3. Türkiye – İsrail ilişkilerinde artı durumundayız; daha çok kazanan, geçen hafta açıklanan bilânçoda da görüldüğü gibi, Türkiye’dir. Bir buçuk milyar dolarlık bir ihracat hacmi büyük yara almıştır.
  4. 1915’e iki yıl kaldı. Türkiye, Ermeni iddialarının yüzüncü yılı vesile yapılarak çok yoğun bir diplomatik saldırı kampanyasına muhatap olacaktır. Ermeni diasporasına Yahudileri de ekleyerek, zaten faal durumdaki Rum lobileriyle birlikte büyük bir husumet cephesini karşımızda bulacağız.

İHH, Hamas ve paralel kesimlerin Türkiye bu kampanyayla sıkıştırılırken, ne yapıp yapmayacaklarını hep birlikte göreceğiz.

  1. Kıbrıs Rum kesimi bir ABD firmasıyla anlaşarak adanın batısında Ekim ayından itibaren doğal gaz arama çalışmaları başlatacağını ilan etti. Türkiye bu girişimin tek yanlı bir karar olduğunu, Türk tarafının haklarını korumak amacıyla müdahale edeceğini açıkladı. Rumlar kararlarını değiştirmedikleri takdirde savaş gemilerimiz önümüzdeki aydan itibaren bu bölgede göreve çıkacak. Doğrudan jeopolitik ve ekonomik çıkarlarımızı savunma ihtiyacıyla çatışma ihtimalini göze almak söz konusuyken İsrail ile benzer bir pozisyonun yaşanması ihtimalini İHH’yı yönetenler ve onları gözü kapalı destekleyenler nasıl yorumluyorlar, merak ediyoruz.
  2. Türkiye’nin en büyük problemi olan ırkçı-bölücü Kürtçülük hareketi; bir yandan politik diğer yandan terör eylemleriyle “demokratik özerklik” olarak tanımladıkları ayrıştırma ve ayrılma projesini hayata geçirmeye çalışıyor.

PKK’nın hangi dış merkezlerden yardım ve destek aldığını herkes biliyor, ülkemizin bütünlüğüne ve güvenliğine yönelik bu tehlikeye karşı, Türkiye PKK’nın dış desteklerini olabildiğince azaltmaya, etnik fitneyi yalnızlaştırmaya çalışırken, şimdi İsrail’in de devreye girme ihtimaliyle karşı karşıyayız.

İsrail ABD’nin büyük desteğiyle, kuruluşundan bu yana hukuka, insan haklarına, kanunlara meydan okuyor; Birleşmiş Milletlerin kendisi aleyhindeki kararları yok hükmünde sayıyor. Kendi koyduğu kurallarla varlığını sürdürmek isterken uluslar arası kamuoyunun tepkilerine kulak bile asmıyor. Çünkü yüzyıllarca ezilmiş, sürülmüş, soykırıma uğramış mağdur bir halk olarak, bütün dünyayı kendisine borçlu sayıyor. ABD gibi küresel bir gücün politik, ekonomik ve askeri desteğine güvenerek, dilediği şekilde hareket etmeyi alışkanlık hakline getiriyor.

Türkiye son derece gereksiz bir vesileyle çok tehlikeli bir kesimle “soğuk savaş” konumuna girmiş bulunuyor. Devlet ve Millet olarak bunun gereklerini yerine getireceğiz, maliyeti ne olursa olsun ülkemizin onuru ve saygınlığı adına katlanacağız. Ama bunları yaşarken, bu kapıyı hangi sorumsuz kişilerin açtığını, İslâmi argümanlarla halkımızın duygularının istismar edildiğini unutmamalıyız. Bu gibi kuruluşların sureti haktan görünerek Türkiye’nin başına yeni gaileler açmamaları için bunu yapmaya mecburuz.