Işık Koşaner’e Tepkiler Haklı Sayılabilir mi?
31 Ağustos 2011
Nuri GÜRGÜR
Genel Kurmay eski başkanı Em. Org. Işık Koşaner’in karargâhta yaptığı konuşmanın basına sızması son derece düşündürücü bir olaydır. En gizli toplantıların bile dinlenebilir olması, en önemli devlet sırlarının ortalığa saçılması güvenlik zafiyetimizin hangi boyutlarda olduğunu ortaya sermektedir. Bu durumda stratejik değeri yüksek politikalar oluşturmak, bunları uluslar arası alanda uygulamaya geçirmek, politik ve askeri operasyonel kararlar almak mümkün olabilir mi? Koşaner’in sözlerini Silahlı Kuvvetlere karşı yeni bir baskı vesilesi yapmak yerine, aklı selim sahibi herkesin öncelikle konuyu bu tarafıyla düşünmesi gerekir. Kevgire dönüşen, sır kavramı yerle bir olan bu sistem Türkiye için en büyük tehdittir. Bunu gidermeden millî politikalar inşa edileceğini, uygulanabileceğini, nasıl tasavvur ederiz. Lozan’da İsmet Paşa’nın M. Kemal ile telgraf vasıtasıyla yaptığı görüşmeleri anı anına tezkir eden İngilizler karşısında düştüğümüz durumdan daha farklı olduğumuz söylenebilir mi?
Koşaner, anlaşılıyor ki üst düzey mesai arkadaşlarıyla bir değerlendirme toplantısı yapmış; pek çok gerçeği masaya sermiş, açık açık konuşmuş, silahlı kuvvetlerin problemlerine parmak basmış.
Söylediklerinin tamamına yakınını olayları takip eden herkes üç aşağı beş yukarı zaten biliyordu. Karakollarımızın otuz yıldan beri nedense bir türlü giderilemeyen yetersizliği defalarca yaşanmadı mı? Onlarca Mehmetçik PKK saldırılarındasilah, mühimmat ve mekan eksiklikleri nedeniyle şehit olmadı mı? Türk Silahlı Kuvvetlerinin, eğitiminden karakollarına teknik ve elektronik imkanları verimli şekilde kullanma mecburiyetlerinden, helikopterler, mayınlara mukavim zırhlı araçlara, güvenlikli lojmanlara kadar köklü bir revizyon ve takviye ihtiyacında bulunduğunu kapalı bir karargâh toplantısında dile getirmek neden yanlış sayılıyor? Güvenlik zaafıyla ortaya çıkan bu konuşmayı Işık Koşaner üzerinden silahlı kuvvetleri yıpratmak amacıyla kullanan kesimlerin tutumu alışılmışın tekrarından ibaret. Amaçları yanlışların düzeltilmesini eksiklerin giderilmesini, silahlı kuvvetleri bugün karşı karşıya olduğumuz iç ve dış problemler karşısında ülkemizi ve çıkarlarımızı daha etkili savunma konumuna getirmek değil, tam tersine moral yapısını ve öz güvenlerini büsbütün yıkarak devlet yapısının dışına itelemek, marjinal bir unsur haline getirmek.
Bu çabaları Sultan III. Selim’in devrinde ve II. Mahmut’un Yeniçerilere karşı sergiledikleri tavırlarla kıyaslamak, yeni bir “Nizam-ı Cedit” ihtiyacından dem vurmak gülünç kaçıyor.
Sivilleşme retoriğiyle bu gürültüyü çıkaranlar, Yeniçeriliğin lağvedilmesi sonucu girilen her savaşta acı mağlubiyetlerle karşılaşıldığını düşünmüyorlar. Ordumuzun işlev yapamaz hale gelmesinin yol açtığı Balkan faciasıyla, yüzyıllar boyunca vatan toprağı haline getirilmiş olan Rumeli’yi bütünüyle kaybettiğimizi hatırlamıyorlar.
Silahlı Kuvvetlerin 27 mayıstan başlayarak “halaskar zabitan” haleti ruhiyesiyle darbeden darbeye sürüklenmesi, komutanların işlerini yapmak yerine hükümeti devirme yolları aramaları ne kadar yanlış ise, sivilleşme adına ordunun moral yapısının tahribine çalışmak da kabulü mümkün olmayan bir tutumdur.
PKK her zamanki gibi bazı dış mihraklarla işbirliği halinde eylemlerini tırmandırmaya çalışırken “devrimci savaş” diyerek Türkiye devletiyle savaşmayı planlarken, Silahlı Kuvvetlerin görevini tam ve eksiksiz şekilde yerine getirmesi her zamandan daha büyük bir ihtiyaçtır.
Koşaner Paşa’nın parmak bastığı konular devletin ilgili makamlarında dikkatle ele alınmalı, sorunların bir an önce giderilmesine çalışılmalı, Silahlı Kuvvetlerin eğitimi, techizatı, teknik kapasitesi ve becerisi en yüksek düzeye ulaşması temin edilmelidir.
Kaynayan bir kazan görünümündeki Ortadoğu coğrafyasında, uluslararası hesaplaşmaların birbiri ardınca sahnelendiği günümüz arenasında giderek daha saldırgan ve pervasız hale gelen etnik fitnenin karşısında ayakta kalabilmemiz için bunları yapmaya mecburuz.