Kanuni “Muhteşem Yüzyıl” Filmi Üzerindeki Tartışmaların Arka Planı


12 Ocak 2011
Nuri GÜRGÜR


Tarih şuuru millet oluşumunun temel unsurlarından biridir. Ortak bir geçmişi, başarıları, acıları birlikte yaşamış olmak geleceği paylaşmak birliktelik duygusunu pekiştirir. Böylelikle ortak tarih insan topluluklarını yığın olmaktan çıkarır, millet oluşumunun zeminini hazırlar.

İmparatorluktan millî devlete geçiş sırasında yapılan yanlışlardan birisi, belki de birincisi 1923’ün milat sayılarak Osmanlı’nın acımasızca karalanması olmuştur.
Okul kitaplarında padişahların kimisi deli, kimisi zalim ve sefihtir. Hatta aralarında düşmanla işbirliği yapacak derecede ihanet içinde olanlar bile vardır. Kitaplarda Osmanlı Hakanları yerden yere vurulur; öğrencilere “padişahtan sultandan kurtuldu güzel vatan” gibi manzumeler belletilirdi. Sonuçta Osmanlı tarihî gericiliğin, bilim düşmanlığının hüküm sürdüğü, her türlü yeniliğe karşı direnildiği kara bir sayfa olarak nitelendirilip atlanır; buna karşılık Hitit, Lidya yahut iyonya gibi Anadolu’nun jeolojik kalıntıları arasından ilişki kurmak üzere kadim medeniyetler araştırılmaya çalışılırdı. Bu kültür politikasının etkisiyle özellikle 40’lı yıllarda bir kısım aydınlar arasında “mavi Anadoluculuk” cereyanı hayli etkili oldu. Aslında Köy Enstitüleri denemesi de reddedilmek istenen medeniyetin boşluğunu ideolojik bir aşıyla doldurma çabasının ürünüdür.

Erken Cumhuriyet döneminde yeni rejimin sağlamlaştırılması kaygısı göz önüne alındığında, bu eğitim ve kültür politikasının kendi açısından yorumu yapılabilir. Ancak aradan bunca yıl geçtikten sonra bazı kesimlerde bu bakış tarzının hüküm sürmesi, Osmanlı’nın inatla karalanmaya çalışılması düşündürücü bir tablodur.

Tarihî sadece hamasetten ibaret saymaya çalışmak, geçmişte yaşananların bir kısmını görmezlikten gelmek, bunları yorumlamaktan ve düşünmekten kaçınmak ifratın bir başka türüdür. Bu da yanlıştır. Osmanlı tarihî fetihleriyle bozgunlarıyla, izlediği siyasetle, döneminde oluşturulan kültür ve medeniyet düzeyiyle, devlet ve toplum nizamıyla muhteşem bir bütündür. Doğru olan onu bu bütünlüğü çerçevesinde değerlendirmektir. Yani objektif olmaktır.

Meseleye bu açıdan bakıldığında, Osmanlı’nın peşinen karalanmasının haklı bir mantığının bulunmadığı görülür. Böyle yapmakla sadece siyasî yapısı değil, bu dönemde oluşan kültür ve medeniyet yani milletimize vücut veren temel değerler de reddedilmiş oluyor; bu tavır etkili olduğu oranda telafisi imkânsız bir boşluk doğurur. Cihan devleti olmak,16.yy da zirveye ulaşan Türk-İslam Medeniyetine vücut vermek sıradan bir olay değildir. Bunu başaran Osmanlı ayakta durmakta zorlandığı son döneminde Cumhuriyet’in pek çok mevzuatını, temel müesseselerini, yeni devletin benimsediği idare esasların pek çoğunu hazırlanmasını, uygulamaya konulmasını başarmıştır. Başka bir ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti’nin önce Osmanlı’nın ondan önce de Selçuklu’nun varisi olduğunu, Türk tarihinin önemli bir özelliği olan sürekliliğini kimse inkâr edemez.

Son günlerde Kanuni’nin hayatını konu alan bir dizi film dolayısıyla Osmanlı tarihî üzerinde yoğun tartışmalar yapılıyor. Kamuoyunda bu filmde Kanuni’nin gerçek kişiliğinden farklı yansıtıldığı, çarpıtıldığı, reyting hesaplarıyla cinselliğin öne çıkarıldığı, padişahın ayyaş ve tutkularının esiri bir kişilik portresiyle tanıtıldığı hususunda yaygın bir kanaat var. Bu doğal olarak tepkilere yol açıyor. RTÜK’e bu konuda rekor seviyede şikâyetlerin ulaştığı açıklanıyor. Nitekim RTÜK konuya ilişkin toplantısında “tarihe mâl olmuş bir şahsiyetin mahremiyeti konusunda gerekli hassasiyet gösterilmediği”ne karar vererek yayıncı kuruluşu ciddi şekilde uyardı.

Bu tepkilerin yanı sıra farklı görüşte olanlar da var. Bunlardan bir kısmı filmi izlediklerini, beğenmediklerini, ancak görüş ve düşünce özgürlüğü açısından bu tarz yapımlara kısıtlama getirilmesine karşı olduklarını savunuyorlar. Bazı tarihçiler de padişahların sonuçta insan olduklarını, her türlü insanî zaaf yahut tutkuların onlarda da bulunmasının normal olduğunu, pek çoğunun içki içtiğinin bilindiğini, veli yahut evliya olmadıklarını bu yüzden olayın büyütülmemesi gerektiğini ifade ediyorlar. Filme yapılan eleştirilere karşı olanlar bunun bir belgesel değil “dizi film” olması nedeniyle dolayısıyla objektiflik unsurunun aranmaması gerektiği hususunda birleşiyorlar.

Bu tartışmaların bir başka önemli özelliği bazı çevrelerde görülen tarihimize husumet duygusunun bir kere daha ön plana çıkmasıdır. Bu duygu bir çoklarında hastalık hâlinde saplantıya dönüşmüştür. Mesela Çetin Altan aklına estikçe Osmanlı Hakanlarını aşağılamayı, zalim, sorumsuz ayyaş göstermeyi, geri kalmışlığımızın esas sorumluları ilan etmeyi alışkanlık hâline getirmiştir.

Bu zihniyet sahiplerinin son yıllarda toplumun geniş kesimlerinde ve özellikle okumuşlar arasında Osmanlı’ya karşı giderek artan ilgiden rahatsız oldukları bir vakıadır. Osmanlı coğrafyasındaki izlerimizin, etkilerimizin giderek gün ışığına çıkmasından, bunların çeşitli kültürel ve siyasal açılımlara zemin hazırlamasından hoşnut değiller. Tartışılan dizi film üzerinden görüşlerine pay çıkarmak için çırpınıyorlar. Osmanlı Hakanlarının sıradan, basit ve tutkularının esiri insanlar olarak tanıtabilirlerse, yurt içinde ve dışındaki ilgiyi dağıtabileceklerini düşünüyorlar.

Türk halkının bu filme gösterdiği tepkiyi bağnazlık, özgürlüklere tahammülsüzlük ilan edip kınamak, olayı hafife almak, olayın arka planını görmemek anlamına gelir. Kimse, özellikle tarihçilerimiz oluşturulmak istenen tarihsiz, bilinçsiz, mazisiz bir toplum yaratma heveslerinin oyununa gelmemelidir.

Reyting hesaplarıyla Kanuni Sultan Süleyman’ın nitelikleri, üstün devlet adamlığı ve yöneticilik özellikleri, koskoca bir Cihan devletine Hakanı olması, bu devasa mekanizmayı büyük başarıyla yürütmesinin anlamı bir kenara bırakılırsa, şarap içen, tutkuları bulunan sıradan bir insana dönüştürülmeye çalışılırsa buna tepki duyulması bilinçli bir toplum hassasiyetidir. Filmi yapanların ticari hesaplarının olması doğaldır; ama bir de halkımızın duyguları ve görüşleri var ve buna herkes saygı göstermek mecburiyetindedir.