Yargı Sistemi Tıkandı
8 Ocak 2011
Nuri GÜRGÜR
1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) paralelinde tutukluluk süresine sınırlama getirmişti. Kanunun süre sınırlamalarına ilişkin hükmü önce 1 Nisan 2008’e, sonra 31 Aralık 2010’a uzatıldı. Yargıtay kısa süre önce sürelerle ilgili bir yorumlama yaparak CMK 250. Maddesinde sıralanan ”katalog suçlarda (uyuşturucu, çıkar amaçlı suç örgütü, ülke bütünlüğüne karşı fiiller, Anayasa’yı ihlâl, casusluk, silahlı örgüt vb.)” sürenin iki misli artırılacağına karar verdi. Bunun sonucu olarak bu gibi suçlardan 10 yıl tutuklu kalanlar ve hükümleri kesinleşmeyenler suçları ne olursa olsun tahliye ediliyorlar.
Özellikle Hizbullahçıların, mafyacıların ve katillerin salıverilmeleri kamu vicdanında doğal olarak şok etkisi yaptı; büyük tepki topladı. Ardından Hükümet ve Adalet Bakanlığıyla Yargıtay arasında tartışmalar başladı.
Aslında ortaya çıkan bu olumsuz tablo, kesinlikle sürpriz değildir. Yargı sistemimizin giderek müzminleşen problemleri yıllardır sürüp gelen ihmallerin, yanlışların ve özellikle gerekli önlemlerin zamanında alınmamasının doğurduğu doğal bir sonuçtur.
“Geç kalan adalet adalet değildir” anlayışında herkes hemfikir görünmesine rağmen bu tıkanıklığa göz yumulmuş olmasının, seyirci kalınmasının mantıki bir izahı olamaz. Adalet anlayışı inancımızın, dolayısıyla kültür ve medeniyetimizin, tarihimizin en önemli temel taşıdır. Toplum düzeninin bu anlayış üzerinde bina edilmesi, hukuk nizamının aksamadan sürmesi, herkesin bundan eşit şekilde yararlanması, bireyin hak ve hukukunun korunması, sosyal düzenin huzur içinde devamı için şarttır.
Son tahliyeler vesilesiyle yargıdan müzminleşen problemlerin patlarcasına ortaya saçılması esasında hayırlı olmuştur. Olay çok yönlü ve çok kapsamlıdır. Hükümet ile Yargıtay sorumluluğu birbirlerinin üzerine atmak ve suçlamak yerine aklıselim mihverinde çözüm aramak zorundadırlar. Hizbullahçıların tahliyesi olamasaydı bile, problem mevcuttu, giderek büyüyordu ve halledilmeyi bekliyordu.
Bugün Türkiye’de ilk derece mahkemelerinden Yargıtay’a kadar sistem büyük ölçüde tıkanmıştır, işlemiyor. Yargıtay koridorlarına kadar dolup taşan binlerce dosyanın varlığı bu tıkanmanın son merhalesidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında 635000, Ceza Dairelerinde 372000, Hukuk Dairelerinde 203000 dosya görüşülmeyerek sonraki yıla devretti. İncelenmeden devreden 100000 dosyanın Yargıtay’da yer olmaması gerekçesiyle Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde tutulduğu ifade ediliyor. Sadece bu rakamlar bile problemin çapının somut görüntüsüdür.
Usul ve tebligat kanunundaki eksiklikler, boşluklar, yazışma işlemlerinin önündeki tipik bürokratik engeller mahkemelerin işlemesini inanılmaz şekilde uzatıyor. Bilirkişi yahut Adli Tıp raporları aylar boyunca mahkemeye intikal etmiyor. Diyarbakır’daki Hizbullah davası, 10 yıl sürdü. Bu sürenin nerdeyse yarıya yakınının Adli Tıp raporu bekleyişlerinden kaynaklandığı biliniyor. Hakimler bazı davalarda tarafların bilinçli şekilde davayı uzatma çabalarını önleme imkânı bulamayabiliyorlar. Hem Yargıtay’ın hem de alt mahkemelerin iş yükü anormal şekilde ağırdır. Birçok mahkemede günde 30-40 dosyaya bakmak zorunda olan hâkimden bunlara gerekli inceleme zamanını bulmasını kimse bekleyemez. Hâkim açığının varlığını herkes söylüyor; ancak Anaysa Mahkemesi ve Danıştay’ın Hâkim Adayı alınması konusunda 2006’da aldığı karardan sonra yeni adayları belirleyecek sınavların yapılması büyük ölçüde aksamış durumda.
Bölge Adliye Mahkemeleri (İstinaf Mahkemeleri) uzun zamandır gündemde olmasına rağmen hükümet-yargı uyumsuzluğu nedeniyle bir türlü uygulamaya konulamadı. Yargıtay, HSYK’nın yeni yapılanmasından önce, bu mahkemelere ihtiyaç bulunmadığı, Yargıtay’ın daire sayısının artırılmasıyla meselenin halledilebileceği görüşündeydi. Şimdi tersini öne sürüyor ve İstinaf Mahkemelerinin bir an önce kurulmasını istiyor. Aslında bunların hepsine ve hatta çok daha kapsamlısına ihtiyaç bulunduğu ortadadır. Sistemde rasyonel düzenleme yapılmadığı için Yargıtay’ın delil incelemesine girecek kadar detaylandırması yanlıştır, zaman kaybıdır. Çünkü o, adı üstünde “Temyiz Mahkemesidir”. Doğru işleyen bir sistemde bidayet mahkemeleri dosyayı her yönüyle inceler; kolluk kuvvetlerinin bilimsel yöntemlerle belirlediği delillere dayanarak hükmünü verir. Bölge Adliye Mahkemeleri (İstinaf Mahkemeleri) kurulup işlemeye başladığında Yargıtay’ın yükü doğal olarak azalacaktır. Bu arada Yargıtay’ın daire sayısının artırılması da bir ihtiyaçtır; bu da zaman geçirilmeden yapılmalıdır.
Bir diğer önemli ihtiyaç, savcıların doğrudan kendilerine bağlı kolluk güçlerinin bulunmamasıdır. Davaların uzamasının nedenlerinden biri savcılığın bu hususa ilişkin işlemleri normal kolluk güçleriyle yapması ve buna ilişkin yazışma ihtiyacıdır. Problemlerden biri de Adliye binalarının bütün çabalara rağmen tam olarak ikmal edilmemesi, özellikle teknik teçhizat ve ihtiyaçların tamamlanmamasıdır.
Bütün bu işler Yargıyla Hükümet ve Bakanlık arasında geniş bir işbirliği ve yardımlaşma sağlanması halinde kısa zamanda halledilebilecek konulardır. Yeter ki problemin halledilmesi hususunda gerekli samimiyet ve iyi niyet sergilensin; konu politize edilmesin. Siyasi hesaplaşmalara, kadrolaşmalara, egemenlik kurma çalışmalarına kurban edilmesin.