PKK Kendi Açılımının Peşinde
2 Eylül 2010
Nuri GÜRGÜR
PKK’nın “eylemsizlik” kararının taktik bir tavır olduğu, örgütün ilk aşamada “iki milletli devlet” hedefine kilitlendiği, gündemi kontrolünde tutarak sonuca ulaşmak istediği ortadadır. Bu tablonun net biçimde görülmesine rağmen, liberal kesimlerde hala farklı yorumlar yapılıyor; hayallerinde ürettikleri seraba önce kendileri inanıyor, sonra da kamuoyunu inandırmaya çalışıyorlar.
Aralarında ateş kes kararını örgütün yenilgisi şeklinde değerlendirenler de var: “PKK’yı Kürtler dize getirdi. PKK’yı ateş kes ilan etmeye Kürtler zorladı. Kürtlerin iradesi PKK’yı dize getirdi ve şiddeti sona erdirdi. PKK’nın ilan ettiği ateşkesin, Kürtlerin PKK karşısında zaferi olarak yorumlamak en doğrusu.” (Mümtazer Türköne, Zaman, 17 Ağustos 2010)
Olay bu derece kesin hükümlerle yorumlandıktan sonra normal olan gelişmelerin yakından izlenerek, gerçeklerle örtüşüp örtüşmediğinin sorgulanmasıdır. Ancak liberal kalemler bunu yaparak ve yanıldıklarını ifade ederek gerçekleri algılamak yerine, doğruluğuna iman ettikleri tezlerini ispatlamak için her an yeni gerekçeler üretmeyi, seraplara yönelmeyi tercih ediyorlar.
Referanduma ilişkin tartışmalar, daha başından itibaren erken başlayan bir seçim mücadelesi ortamına dönüştü. Değiştirilen anayasa maddelerinin üzerinde pek fazla durulmuyor. Taraflar en keskin ve sert üslubu kullanmak hususunda kıyasıya yarışıyorlar. Giderek şiddetlenen bir siyasi mücadele cereyan ederken, PKK belirlediği çizgi üzerinden sapmadan hedefine ulaşmak amacıyla taktik manevralarını yoğun biçimde sürdürüyor.
Bölgeden gelen haberler durumun giderek kötüleştiğini, örgütün mağlubiyeti kabullenmesi bir yana projesini kararlı şekilde uygulamaya koyduğunu gösteriyor. Eylemsizlik kararıyla birlikte kırsalda geçici bir süre için bile olsa boşa çıkan militanlarını şehirlere kaydırıyor. 12 Eylülde sandık başlarını çok sıkı şekilde kontrolüne alarak, üçer dörder gözlemci bulundurarak boykot kararını başarılı kılmak için hazırlanıyor. PKK’nın siyasi kanadını oluşturan BDP’nin Genel Başkanı bu hazırlıkları doğruluyor. Daha açık ifadeyle bölgede sandık başına gelerek oy kullanacak olan seçmen, boykot organizasyonunu yürüten KCK’nın kara listesine girmeyi göze alacaktır. Bu kampanyanın amacı ortadadır. Örgüt referandumu vesile kılarak düzenlediği toplantılarda, ne istediğini açıkça dillendiriyor. Anayasanın Türk Milletine vurgu yapması ve Kürt kimliğinin zikredilmemesi nedeniyle, kendilerini bağlamadığını, kendi anayasalarını yapacaklarını, ayrı bayrağı ve meclisi bulunan özerk bölgeler kuracaklarını açıkça ifade ediyorlar.
Düzenlenen her BDP toplantısı örgütün henüz hükmü altına alamadığı bölge insanlarının zihinlerine ayrışma tohumlarını yerleştirmek, siyasal hedefler yönünden ajite etmek için vesile yapılıyor. Bu arada ev ev dolaşılarak, mektuplar gönderilerek sandık başına gidilmemesi için yoğun kampanya sürdürülüyor.
Doğrudan örgütle bağlantısı bulunmayan ve talimatlarına harfiyen uymayan Kürt yurttaşlarımız canlı hedef konumundadırlar. Geçen ay Şemdinli’de kendini bölge halkının hizmetine adayan bir imam kurşunlandı. Böylece bölge halkına, örgütün gerekli görmesi halinde şiddet uygulayacağı duyurulmuş oldu. PKK’nın yürüttüğü yoğun kampanya sonucunda oluşan baskı ve tehdit ortamında sandık başına gitmek büyük bir risk haline gelmiştir. Hedef açıktır. Terör örgütü katılım oranını olabildiğince düşük tutmak suretiyle “güç gösterisi” yapmak istiyor. Referandumda evet yahut hayır çıkmasının kendileri açısından önem taşımadığını sık sık belirtiyorlar. Sonuçta sandık başına gitmeyen kitlenin doğrudan kendi taraftarları olduğunu ilan ederek, bunların sözcülüğünü yaptıklarını, bölge halkının çoğunluğunun desteğine sahip bulunduklarını ilan ederek, daha iddialı hale gelmek, yüksek perdeden konuşarak taleplerini yoğunlaştırmak istiyorlar.
Bu arada terör faaliyetlerini sürdürmek hususunda geri adım atmış falan değiller. Hakkâri ve Diyarbakır emniyetinin ele geçirdiği tahrip gücü yüksek patlayıcılar, örgütün terör silahını her an kullanmak için hazırlık yaptığını gösteriyor.
PKK 11 Eylülde tam bir güç gösterisi yapacaktır. Bölge halkının önemli kısmının sandık başına gitmemesini sağlayabilirse kullanılmayan her oyu sahiplenecek, bunu örgüte verilen destek olarak nitelendirecektir.
Eylemsizlik kararı almış olmasına mukabil, verilen sözlerin tutulmadığını, isteklerinin yerine getirilmediğini öne sürerek saldırılarını muhtemelen tekrar başlatacak. Liberal kalemler anında harekete geçecekler, PKK’nın iyi niyetli yaklaşımına karşı “gerekli adımları” atmayan, böylelikle uzatılan eli iten devleti sorumlu ilan edecekler; yanlışlarını bir an önce gidermeye, örgütle müzakereye başlamaya çağıracaklar.
Etnik Kürt milliyetçilerinin taleplerinin amacını Öcalan’ın talimatıyla oluşturulan “Demokratik Toplum Kongresi”nin eş başkanı Ahmet Türk açıkladı: “Demokratik Türkiye - Özerk Kürdistan”. Bu projenin mimarının Öcalan olduğunu herkes biliyor. Bunu sadece, Türkiye’de değil, İran, Irak ve Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgeleri de içine alan “Demokratik Ortadoğu - Birleşik Anayurt” olarak formüle ediyor. Yani dört ülkede Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde başlangıçta “demokratik özerklik” yoluyla “özgür parçalar” konumuna gelecekler; ardından bir araya gelerek bölgede “Birleşik Anayurt – Büyük Kürdistan” kurulacak.
PKK, kendilerini liberal ve demokrat olarak tanımlayan çevrelerin inatla ve ısrarla görmezden geldikleri bu projeyi adım adım uygulamaya koymaya çabalıyor. Bunu yaparken liberallerin aksine açık konuşuyor; amacını gizleme gereği duymuyor. Gerekli kamuflajları nasılsa sempatizan ve yandaş kalemler yapacaklar; taleplerinin meşru ve masum kültürel hak isteklerinden ibaret olduğunu, bunların yerine getirilmesinin devletin görevleri arasında bulunduğunu, bunu yapmak suretiyle Kürtlere karşı sergilenen haksızlıkların telafi edilebileceğini uzun uzun yazıp konuşacaklar.
Tipik bir “dezenformasyon” anlamına gelen bu çabalarla yıllardır zihinler karıştırılıyor; toplumun duyarlılıkları törpüleniyor, vatanseverlik duyguları köreltilmeye çalışılıyor. Diğer yandan sistemli ve organize yürütülen baskılar sonucu yasalar işletilmiyor. Güvenlik güçlerinin çalışma şevki kırılıyor; bölgedeki kamu görevlileri, valiler ve kaymakamlar örgütün üzerine gitmek, yasal görevlerini yerine getirmek yerine, “olay yok, problem de yok” anlayışı içinde yapılanları görmezlikten gelmeye yönlendiriliyor.
PKK’nın siyasi kanadı BDP’nin Genel başkanı Demirtaş, “Dersim Cumhuriyeti ve Özerk Bölgeler” kuracaklarını, kendi iradeleriyle yönetilecekleri bir sistem oluşturacaklarını ifade ederken, hala ülkede bölünme yahut ayrışma tehlikesinin olmadığını iddia etmenin, bunu paranoya olarak nitelendirmenin kimin yararına olduğu açıktı.
Örgütün bir başka politik militanı Emine Ayna, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını kabul etmediklerini, bunun yerine kendi kimliklerini ve taleplerini içeren yeni bir anayasayı yapacaklarını söylerken liberal ve demokrat aydınların kulaklarını ve gözlerini sımsıkı kapamaları neyi değiştiriyor? Manzara izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Kürt ırkçılığı bağnaz bir kabile asabiyeti tutkusuyla harekete geçmiş, siyasi hedeflerini ve nihai amacını belirlemiş, bölgesel özerklik talebiyle ikinci bir devlet oluşturmak üzere düğmeye basmıştır.
Devletin kararsızlığı, liberal çevrelerin telkin ve önerileriyle atılan yanlış adımlar, devletin çeşitli kademelerinde, kurumlarında ve organlarındaki “PKK muhipleri”’nin varlığı, örgüte elverişli bir zemin hazırlıyor. Böylece PKK inisiyatifi eline geçirerek gündemi belirleyecek konuma gelmiş oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, doğrudan temel yapısını ve kuruluş felsefesini hedef alan yoğun bir saldırıyla karşı karşıyadır. Bundan daha önemli bir meselemiz olamaz. Siyasetçiler, ülke yönetiminden sorumlu olanlar keşke referanduma ayırdıkları zamanı, bu konuda –harcadıkları çabayı, esas meseleye ayırabilseler. Etnik fitnenin aylardır sürdürdüğü girişimlere karşı seyirci kalmanın, ciddi bir önlem almamanın, kısacası bu ciddiyetsizlik ve basiretsizliğin bedelini ne yazık ki sadece sorumlular değil, millet olarak hepimiz ödemek zorunda kalacağız.