Ateşkes İlanı PKK’nın Taktik Manevrasıdır
16 Ağustos 2010
Nuri GÜRGÜR
PKK 15 Ağustos’tan başlayarak referandumdan sonraki haftaya, 20 Eylül’e kadar “ateşkes” ilan ettiğini açıkladı. 01 Haziran’dan itibaren eylemlerini yoğunlaştıracağını ilan eden hatta bütün Türkiye’yi kan gölüne çevirmekten bahseden örgütü şu sıralarda bu kararı almaya sevk eden sebepler nelerdir? Stratejik bir değişim mi, taktik bir manevra mı söz konusu?
Bu kararın iç ve dış politikada etkileri nasıl olacaktır? Bu ve benzeri soruların cevaplarını arayarak, doğru ve gerçekçi tahliller yapmak, vakit geçirmeden muhtemel etkileri hesaplayarak tedbirler aramak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde inisiyatifi eline geçirmek, gelişmeleri kontrolüne almak amacında olan örgüt, aradığı ortamı yakalamış olur.
Irkçı, etnik milliyetçi Kürtçülük hareketinin eylem kanadını oluşturan PKK’nın saldırılarını durduracağını açıklaması sıradan bir karar olarak algılanamaz. Öcalan’ın talimatıyla hazırlanan ve 2000 yılında örgütün Kandil’de düzenlediği toplantıda benimsenip ilan edilen “demokratik özerklik” projesi son aylarda sürekli gündemde tutulmaya çalışılıyor. Osman Baydemir’in “Kürdistan Özerk Bölgesi” talebi, örgütün izlediği siyasi çizgi bağlamında hem bir nabız yoklaması, hem de Türkiye Devleti’ne meydan okumaktır. Bu sözlerin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra Diyarbakır’da yapılan Demokratik Toplum Kongresi’nden beklendiği gibi projeye sahip çıkıldı, izleyecekleri yol haritasının esasları belirlendi.
Günümüzdeki gelişmelere ışık tutması açısından yakın geçmişin hatırlanmasında yarar var. Öcalan 1998’de İmralı’da Türk Silahlı Kuvvetleri’yle çatışmaya girmenin büyük hata olduğunu açıkça ifade etmişti. Güneydoğu’nun belirli alanlarında egemenlik kurarak bağımsız bir devlet oluşturma politikalarının başarısız kaldığını, bundan sonraki hedeflerinin “Demokratik Cumhuriyette birlik” olacağını ilan etmişti. Nitekim onun talimatıyla Ocak 2000’de Kandil’de toplanan 7.kongreden başlayarak, yapılan bütün toplantılarda Öcalan’ın belirlediği strateji çerçevesinde kararlar alındı. Örgütün yeni yapılanması bu strateji doğrultusunda düzenlendi. Uluslararası alanda terör örgütü olarak tanımlandığı için, 2002 kongresinde PKK’nın adı KADEK (2003 de KONTRA-GEL adını aldı) olarak değiştirildi. Ancak 2005 de yeniden eski ada dönüldü; PKK Kürdistan Demokratik Konfederalizmi adıyla ihdas edilen KKK (2007 Kandil toplantısında KCK adını aldı)’nın sistemin “ideolojik organı” yani silahlı eylem gücü olarak yeniden devreye sokuldu. KCK ise ırkçı-etnikçi Kürtçülük hareketinin yasama, yürütme ve yargı işlevine sahip çatı örgütü konumuna getirildi. Bu organizasyon şemasında terör hareketinin liderinin Öcalan olduğu bir kere daha teyit edildi. Murat Karayılan KCK Yürütme Konseyi Başkanı, Cemil Bayık Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı, Duran Kalkan Yürütme Kurulu Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Başkanı konumunda bulunuyorlar.
Örgüt Türk Silahlı Kuvvetleri’yle çatışarak bölgesel egemenlik kurmasının mümkün olmadığının bilincindedir. Bu gerçeği ilk kavrayan Öcalan’dır. 1998’de Demokratik Cumhuriyet diye açıkladığı yeni stratejisinin esas gerekçesi acı tecrübelerden sonra bu durumu kavramış olmasındandır. O zamandan bu yana örgüt siyasî yollardan hedefine ulaşmaya çalışıyor. 80’lerin başından beri PKK adıyla elinde bulundurduğu silahlı gücü, nihai sonucu alacak bir unsur olarak değil, Türkiye Devleti’ne karşı tehdit oluşturan, bölge halkına korku salarak, şiddet kullanarak kitle tabanı edinmeye yarayan işlevsel bir araç olarak kullanıyor.
01 Haziran’da Öcalan’ın işaretiyle eylemlerini yoğunlaştıran PKK, şimdi aynı kaynaktan gelen talimatı uygulayarak ateşkes ilan ediyor; tam doğrulanmamakla beraber militanlarını çatışma alanlarının dışına, Kuzey Irak’a çekiyor.
PKK’nın bu yılki eylemlerine bakıldığında en büyük özelliğinin bundan öncekilerden farklı şekilde, hedef olarak sivilleri değil, askerleri, polisleri, bunlara ait tesisleri, araçları ve karakolları seçmesidir. Keza önceki dönemlerde yaptığı gibi turizm bölgelerine ve turistlere zarar verecek eylemlerden kaçınıyor.
Bunun anlamı açıktır. Örgüt öncelikle Batı kamuoyunda Batı’lı Devletler nezdinde terör örgütü tanımlanmasından kurtulmak istiyor. Turistlerin zarar göreceği eylemleri yaparak Batı’lı ülkeler nazarında kötü puan almak istemiyor. Kültürel ve siyasal hakları ve özgürlükleri için mücadele eden bir halk hareketi görünümü kazanarak, Batı kamuoyunda, uluslararası alanda meşruiyet sağlamak amacıyla son derece dikkatli hareket ediyor. Bunu başarabildiği ölçüde meseleyi uluslararası alana taşımayı, Türkiye üzerinde yoğun bir baskı oluşturarak hedefine siyasi açılımlarla ulaşmayı plânlıyor.
Son aylarda her vesileyle gündemde tutmaya çalıştığı bölgesel özerklik lafı, Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’in ağzından “Kürdistan Özerk Bölgesi” ve “Kürt bayrağı” sözleriyle daha somut bir anlam kazandı. Diyarbakır’da düzenlenen toplantıda yapılan konuşmalar, alınan kararlar bu kapsamlı plânın birer merhalesidir. Aynı şekilde ateşkes ilanı da örgütün yani etnikçi-ırkçı Kürtçülük hareketinin politik yöntemlerle hedefine ulaşma stratejisinin taktik manevrasıdır.
Örgüt dirsek temasında olduğu kesimlerden, özellikle eylemlerini kültürel ve siyasî haklarını elde etmek için çalışan bir etnik grubun haklı ve meşru mücadelesi olarak gören liberal ve demokrat çevrelerden büyük alkış alacağını biliyor. PKK eylemlerini Türkiye’nin bütünlüğü açısından tehdit saymayan, bu tarz endişeleri paranoya olarak gören, örgütün üzerindeki terörist damgasını silebilmek için canhıraş çaba gösteren eski solcu yeni liberal ve demokrat kalemşörler dezenfermasyon kampanyası için hazır bekliyorlar. Bunların nazarında terör örgütünün isteklerinin endişe duyulacak bir yanı yoktur; insanî ve hukukî nedenleri açısından haklı olan bu eylemleri gayri meşru sayıp, silah kullanarak bastırmaya çalışmak Türkiye Devleti’nin 87 yıllık temel yanlışıdır. Artık bu yöntemde ısrar etmenin yararı olmadığı anlaşılmalı, haklarını elde etmek için uğraşan örgüte anlayış gösterilmeli, silahlar karşılıklı olarak bırakılıp müzakere süreci başlatılmalıdır.
PKK, bu taktik manevrasıyla hem içeriden hem de dışarıdan destek bulmayı özellikle yandaş ve sempatizan kalemler aracılığıyla psikolojik bir ortam hazırlayarak Hükümeti görüşme masasına oturtmayı hedefliyor.
Irkçı, etnikçi fitne 60’lı yılların ortasından beri en büyük desteği sol çevrelerden gördü. 80’lerden sonra liberal ve demokrat bir görünüme bürünen bu çevreler, “ezilen, sömürülen Kürt halkına özgürlük” sloganıyla bölücü hareketi kışkırttılar, besleyip büyüttüler. Önümüzdeki günlerde bilinen kalemlerin, gazete ve TV’lerin yoğun bir telkin ve yönlendirme kampanyası açacaklarına şahit olacağız. Bunlar bir yandan “akan kan dursun, analar ağlamasın” gibi söylemlerle insanî ve vicdanî hassasiyetleri malzeme olarak kullanıp Silahlı Kuvvetleri hareketsiz bırakmaya, Türkiye Devleti’nin terör örgütüyle aynı konuma taşımaya çalışacaklar; diğer yandan Hükümet üzerinden baskı kurarak geçen yıl fiyaskoyla sonuçlanan açılım denemesini yeniden canlandırmak için uğraşacaklar. Bu arada Irak’tan çekilmek için gün sayan ABD’nin de devreye girerek Devleti örgütle görüşmeye yönlendirmesi için açık ve örtülü girişimler başlatacaklar. Bütün bu işler için aynı paralelde faaliyet gösteren Sivil Toplum Kuruluşları da devreye sokulacak.
Geçen yıl içeriden ve dışarıdan yapılan telkin ve yönlendirmelerin etkisiyle açılım girişimini başlatan Hükümet, karşılaşılan hüsrana rağmen yeni bir maceraya yönelebilir mi? Aslında Habur rezaletinin toplumsal tepkileri, seçmenin tercihleri üzerindeki etkileri açıkça görülmüşken, seçimlere 7-8 ay bir zaman kala, yeni bir denemeye kalkışmanın mantıkî bir yanı olamaz. Şunu herkesin çok iyi bilmesi gerekir; ırkçı-etnikçi hareket, belirli hedefe kilitlenmiş durumdadır. Baydemir’in çok net ifade ettiği bu amaç “Kürdistan Özerk Bölgesi” nin kurulmasıdır. Bunu yerel yönetimlere inisiyatif yahut klasik adem-i merkeziyetçi bir idari reform hareketi gibi görmek en kesin ifadesiyle hamakattir yani ahmaklıktır. Türkiye Devleti örgütün belirlediği çerçevede bir gündemle görüşmelere başlarsa ve hele Öcalan veya temsilcileri muhatap alınırsa bunun bir daha kapatılması mümkün olmayacak, Türkiye’yi kesinlikle bölünmeye götürecek bir sürecin kapılarını ardına kadar açmak anlamına geleceğini bu etnik fitneyi yönetenler ve destekleyenler çok iyi biliyorlar.
Silahlı güç kullanarak ülkeyi bölemeyenler, siyasî yollarla, diplomatik yöntemlerle hedeflerine ulaşmak, Anayasa’yı delerek, yasaları değiştirerek iki milletli konfederatif bir yapı oluşturmak için çalışıyorlar. Örgütün 10 yıldır ısrarla izlediği bu stratejik plânın unsuru olarak sahnelenen ateşkes ilanı, PKK’nın her yönüyle iyi hesapladığı taktik bir manevradır. Barış ve huzur ambalajıyla özenle süslenen bu girişimlerin, ayrışmaya teşne kesimler nezdinde taraftar bulması şaşırtıcı değildir. Ancak önemli olan Türk toplumunun büyük çoğunluğunun tavrıdır, tercihidir, duruşudur. Hükümetin ve ülkenin yönetim sorumluluğunu taşıyan siyasî merkezlerin milletimizin sesine kulak vermeleri zihniyet ve niyetleri bilinen iç ve dış çevrelerin telkinlerine kapılmamaları gerekiyor.
Bunu ne ölçüde başardıklarını hep birlikte göreceğiz.