Esas Tehlikenin Kaynağı ve Mahiyeti
Nuri GÜRGÜR
13 Temmuz 2010
Irkçı-Bölücü terör örgütü ilkbahardan bu yana güneydoğu bölgesinde kontrolü eline geçirmek amacıyla çok yönlü girişimler başlattı. Daha çok şehirlerde yürütülen projenin en önemli ayağını, çeyrek yüzyıldır hep olduğu gibi PKK kanalıyla etrafa saçılan korku ve tedirginlik havası oluşturuyor. Örgütün Meclis’teki temsilcileri açık açık istekleri yerine getirilmediği takdirde Türkiye’yi baştan başa kana bulayacaklarını iki ay önce ilan etmişlerdi.
Karakollara, asker ve polis araçlarına yönelik saldırılarla, uzaktan kumandalı patlayıcılarla bu tehdidi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Güvenlik güçleriyle çatışmaya girip öldürülen teröristlerin cenazeleri “intikam” sloganlarıyla PKK gösterisine dönüştürülüyor. BDP’li milletvekilleri bu gösterilerde mutlaka yer alıyorlar; dokunumazlıklarının sağladığı güvenceyle kanunlara meydan okuyorlar, örgütün sözcülüğünü yapıyorlar. Belediye yetkilileriyle, KCK görevlileriyle birlikte halkı kışkırtarak eylemlerin aralıksız sürmesine ortam hazırlıyorlar.
PKK propogandasının zirve yaptığı bu gösterilerin başlıca malzemesini çocuk yaştaki gençler oluşturuyor. Örgütün görevlendirdiği ekip başları bu çocukların beyinlerini önce ideolojik propogandayla yıkayıp hazır hale getiriyorlar. Buna paralel olarak yanıcı madde yapma ve atma tekniklerini, güvenlik güçleriyle çatışma, taşlama, slogan atma ve dağılıp kaçma usullerini öğretiyorlar.
Böylece hazırlanıp eyleme sürülen çocuklar için taşladıkları, yanıcı madde fırlattıkları polisler birkaç olaydan sonra doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak algılanıyor. Devlete ve temsilcilerine giderek daha öfkeli, kindar ve acımasız hale geliyorlar. Otobüsü içindekilerle birlikte yakmak bu genç yüreklerde pişmanlık duymak yerine, mahiyetini tam algılayamadıkları bir intikam duygusuyla rahatlama, boşalma sağlıyor. Mavi Çarşıda, Güngören’de belediye otobüslerinde sebep oldukları facialar karşısında yakalanıp açığa çıktıkları zaman en ufak pişmanlık beliritisi göstermemeleri bu hastalıklı ruh halinin sonucudur.
Herkesin üzerinde ciddi şekilde durması gereken bu tablo, teadüf eseri oluşmuyor; özenle hazırlanıyor. Başta Van, Hakkari, Diyarbakır üçgeni olmak üzere bölgenin belirli il ve ilçe merkezlerinde, İstanbul ve Mersin’de kısacası örgütün etkili olduğu yerleşim alanlarında birbirine tıpa tıp benzeyen tarz ve yöntemlerle sergilenen eylemler stratejik ayrıntıları hesaplanmış, dikkatle planlanmış projelere dayanıyor.
Yürekleri devlete karşı kin ve öfke bağlamış, ellerindekini fırlatırken gözlerinden nefret saçan bu genç insanlar bir süre sonra büyüyecekler, şöyle veya böyle okullarını bitirerek sivil hayatta, bürokratik kademelerde, yahut siyasette sıfat ve statü edinecekler. Başka bir ifadeyle, örgüt sokak eylemleriyle eğitilip militanlaştırdığı tepeden tırnağa partizan bie nesil hazırlıyor. Türkiye her durumda bu yapıdaki insanlarla bir süre sonra muhatap olacak. Çünkü “bölge halkının temsilcileri bizleriz” dediklerinde aksini söyleyebilecek bir başka gruba yer bırakılmayacak.
Basının önemli bir bölümü ve liberal yazarlar, bir kısım aydınlar ve siyasetçiler bu tabloyu ya görmüyorlar yahut önemsiz sayıyorlar. Hatta çoğu defa taş attıkları sırada yakalanıp yasal işlem yapılmasını, gayri insani bir tutum sayıp hukuksuz bir uygulama olarak nitelendririyorlar. Aslında bu çevreler sadece bu çocuklara yapılan işlemlere değil, TSK’nın bölgede yürüttüğü tüm operasyonlara da karşılar. Örgüt szöcülerinin her fırsatta öne sürdükleri istekleri demokratikleşme, insan hakları ve kültürel açılımlar adına tekrarlayarak var güçleriyle hükümeti yönlendirmeye çalışıyorlar. Bu çevrelerin yoğun destekleriyle ve büyük iddialarla geçen yıl başlatılan açılım sürecinde yaşanan fiyaskoya rağmen hiç bir şey olmamışçasına aynı nakaratı tekrarlamaları, milletimizin düşünme kapasitesini, duygularını hafife almaktır.
Liberal aydınların çözüm önerisi diye koro halinde öne sürdükleri teklifler, ana hatlarıyla PKK’nın istekleriyle önemli ölçüde örtüşüyor. Öncelikle örgütün ve elebaşısının muhatap alınarak görüşme başlatılmasını ısrarla tavsiye ediyorlar. Dediklerine uyulursa Öcalan’la yahut icazetini alan temsilcileriyle görüşülüp pazarlık yapılacak; Kürt kimliğinini tanınması, güvence altına alınması, Kürtçenin eğitim dili haline getirilmesi, yerel yönetimlere otonomi anlamında geniş yetkiler verilmesi, Öcalan’ın kademeli olarak özgürlüğüne kavuşturulması gibi temel başlıklar üzerinde konuşulup uzlaşılacak. “Silahlar sussun, anaların gözyaşları dinsin” gibi çarpıcı sloganlarla meşruluk kazandırılmaya çalışılan bu önerilerin daha çok Kadil’den değil, İstanbul basını üzerinden yapılması ülkemizin içinde bulunduğu şartların, örtülü hıyanet girişimlerinin hazin bir göstergesidir.
PKK’nın özgün propoganda gücü son derece sınırlı olmasına rağmen, liberal kesimlerin medya kanalıyla verdiği destek bu eksiği fazlasıyla telafi ediyor. Bölgede ve Türkiye genelinde canlarını ortaya koyarak görev yapan, ülkenin bütünlüğünü savunmak için çırpınan güvenlik güçleri yoğun bir dezenfermasyon kampanyasıyla sıkıştırılıyor; moral yapıları yıpratılıyor, çalışma arzuları doğal olarak olumsuz etkileniyor. Kime taraf olduğunu saklama gereği duymayan bir gazete başta olmak üzere bu organize kalemlerin yol açtığı tahribat, PKK’nın doğrudan saldırılarından çok daha büyüktür. Çünkü PKK’nın amacı bellidir, alanı sınırlıdır, oysa kalemlerini yıkıcı bir silah gibi kullanan bu gazetelerin hitap ettiği alan tüm halkımızdır; doğrudan kamuoyudur.
Mahcubiyet duygularını çoktandır bir kenara bıraktıklarından yalan ve iftirayı yöntem olarak benimsiyorlar; ölçüsüz şekilde kullanıyorlar. İlk duyulduğunda hemen herkesin etkilendiği, irkildiği iddiaları güvenilir bir kaynaktan almış gibi manşet yapıyorlar. Kısaca hartılatırsak, asit kuyularında eritilen insanlar, gruplar halinde katledilip toprağa gömülenler, yahut köpeklerin önüne atılanlar bu kalemler tarafından doğruluğu tartışılmaz haberler şeklinde sunuldu. İskandinav ülkelerinden sözde muhbirler konuşturuldu. Araştırma ekipleri kuruldu, buldozerler getirilerek iddia edilen yerlerde kazılar başlatıldı. Sonrasında ne olduğunu, nelere ulaşıldığını bitmeyen bir tefrika gibi kendileri dahil kimse bilmiyor.
Ancak bazı şeyleri iyi biliyorlar; gazete aracılığıyla insanların dikkatleri her an yeni görüntülere yönetilebilir, öncekiler doğal olarak unutulur. Bu kalemşörler öne sürdükleri iddialarını bir süre kullandılar, yorumlar yapıp hükümler verdiler. Bir süre sonra bu iddiaların işlevini yerine getirdiği, “kullanım süresi”nin tamamlandığı kanaatine varıp gündemden kaldırdılar. Görüşlerini, niyetlerini katkı sağlayacağını düşündükleri yeni suçlar ve suçlulalr belirlemeye koyuldular.
Belirli gazetelerin ve gazetecilerin “varlık sebebi” saydıkları, tarz olarak benimsedikleri bu “büyük slalom”un en önemli özelliği insani, ahlâki kurallardan, meslek ilkelerinden yoksun oluşudur. Çıkardıkları gürültü öylesine şiddetli oluyor ki, kendilerinden başkasının sesi duyulmuyor. Bir süre sonra bütün bu şamatanın doğru olmadığı anlaşılsa bile, atı alıp Üsküdarı çoktan geçmiş oluyorlar. Geride suçlama bombardımanının altında ezilmiş insanlar, yıkılmış hayaller, acılar bırakarak aynı uygulamayı yapmak üzere belirledikleri yeni hedeflere yöneliyorlar.
PKK ile mücadelede Türkiye’nin en büyük zaafı kalemlerini, gazete sayfalarını “tahrip kalıbı” kadar etkili kullanan bu medya silahşörleridir. Olayları istedikleri kalıba dökebilirler, herhangi bir etik kaygı yahut mesleki mülahaza düşünmeden haber ve yorum yapabilirler; diledikleri konuyu ustalıkla dikkatlerden kaçırarak unutulmasını sağlyabailirler.
Geçen hafta PKK’lı teröristin cenazesini taşıyan Adıyaman Beledeyesine ait bir sağlık aracının PKK sloganlarıyla, terörist posterleriyle, “intikam” yazılı pankartlarla donatılarak örgüt gösterisinde kullanıldığı, fotoğrafıyla birlikte bir gazetede haber yapıldı. Tarafı bilinen gazete ve benzerleri buna hiç yer vermedi. Sonrasında birçok benzeri gibi olmamış sayılarak üzeri kapatılıverdi. Tersi olsaydı, İnsan hakları ve temel özgürlükleri her vesileyle bayraklaştıran, sloganlaştıran bu bilinen kalem erbabının konuyu günlerce nasıl gündemde tutacağını, aracı tahsis eden belediye başkanını ne hale getireceğini tahmin etmek zor değil. PKK ile mücadelede Türkiye’nin esas problemini dağdaki teröristler oluşturmuyor. Başta medya olmak üzere, kamuoyunu ve yönetimi doğrudan etkileyebilecek stratejik alanlarda yerleşik “liberal ve demokrat aydınlar” olarak tanımlanan kesimden kaynaklanan olumsuz etkiler PKK’nınkinden daha az yıkıcı değildir. Biri kurşunlarıyla insanları hedef alıp şehit ediyor; diğeri doğrudan zihinlere yöneliyor. Temel değerlere, yasalara, devlet düzenine ve resmi ve sivil devlet görevlilerine karşı kuşkular, tepkiler oluşturuılmaya çalışılıyor. Yasaların işlemediği, görevlilerinin şevk ve heyecanlarının, moral yapılarının yıpratıldığı bir düzende devlet adı verilen büyük kurumsal mekanizma felç haline gelir. Küresel güç merkezlerinin PKK aracılığıyla Türkiye üzerinde oynadıklarım oyunun kilit unsuru budur; devleti paralize ederek örgüte alan hazırlamaktır.
Kandil ve İmralıyla işbirliği içerisindeki bir kısım aydınlar yüklendikleri görevi hakkıyla yerine getiriyorlar.