Başkanlık Sisteminin İmkânsızlığı
Nuri GÜRGÜR
24 Nisan 2010
Gündemin TBMM’nde Anayasa değişikliği ile ilgi görüşmelere kilitlendiği bir dönemde, Başbakan Erdoğan’ın “Başkanlık sistemi” önerisi ön plana çıktı. Tartışmaların yönü bir anda değişti. Bunu gündemi değiştirmek amacıyla taktik bir girişim olduğu düşünülse bile, konunun ileriki günlerde de tartışılmakla devam edeceği anlaşılıyor.
Başkanlık ile ilgili tartışmalar aslında yeni değildir. Bir ara Turgut Özal’ın gündem getirdiği bu öneri, özellikle siyasetin Meclisteki aritmetik tablo nedeniyle tıkandığı, hükümet kurulamadığı dönemlerde sıkça dillendirilmiştir. AK Parti 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olunca konu rafa kaldırılmıştı. Şu sıralarda genel seçimlere bir yıl kala aniden gündeme taşınılmasında taktik nedenlerin ötesinde başka faktörlerin olduğu anlaşılıyor; esas bunlar üzerinde durmak ve düşünmek gerekiyor.
Başkanlık sistemi günümüzde gelişmiş Batı’lı ülkelerden sadece ABD’de uygulanıyor. Başta Güney Amerika ülkeleri olmak üzere, bu sistemle yönetilen ülkeler arasında yıllık gelir ortalaması yedibin doların üzerinde on ülke sayılabiliyor. Geri kalan otuza yakın ülkenin ekonomik ve sosyal seviyeleri çok düşüktür. Üstelik bu ülkelerin büyük çoğunluğunda demokratik yönetim problemi ciddi boyuttadır.
Başbakan Erdoğan nasıl bir “ Başkanlık sistemi” düşündüğünü açıklamış değil. Ancak özenilen ABD’ de de eyaletler “Federe Devlet” konumundadır; öz yönetimler vardır. Yerel yönetimler çok güçlüdür, Valiler seçimle gelirler.
ABD’de Federal yapı tek kişide yani Başkan’da toplanan siyasal gücü denetler. Kolluk kuvveti atama yetkisi eyalet yahut şehirlere bırakılmıştır. Kongre üyeleri başkana karşı bağımsız hareket ederler; senato vardır. Bakanlar, Büyükelçiler, Yargıçlar, FBI CİA direktörleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri senatonun onayıyla atanır.
Kuruluşundan itibaren ABD’de bu sisteme özgü bir siyasal, sosyal, idari ekonomik örgütlenme olduğundan, alt yapı tümüyle bu yönde oluştuğundan, toplum bu tarzı benimseyip içselleştirdiğinden problem yaşanmamaktadır. Ancak genel şartları ve alt yapısı aynı düzeyde olmayan Güney Amerika ülkeleri başta olmak üzere sisteme özenen diğer ülkelerin hemen tümünde sık sık büyük sıkıntılar ve rejim sorunları ortaya çıkmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın gündeme getirdiği konuyu ilk planda sahiplenenlerin Türkiye’yi federatif bir sisteme dönüştürmek isteyen liberal ve 2. Cumhuriyetçi bilinen isimlerden olması rastlantı değildir. Bunlardan Ahmet Altan şöyle yazıyor: “ Ben siyaset bilimcisi değilim. Ama hiçbir ülkede Amerikan tarzı bir “Başkanlık” sisteminin federasyon olmadan yürüyebileceğini sanmıyorum. Başkanlık sistemine geçilmek isteniyorsa önce
“federatif” sisteme geçmek gerekir. “Başkanlık” sistemini destekleyenler, eyalet sistemine geçmeye, valilere seçimle iş başına gelmesine, her eyaletin kendi silah gücü olmasını, İçişlerinde “özerk” davranılmasına razı mı? “
Ahmet Altan’ın işaret ettiği bütün bu hususların Öcalan’ın, PKK’nın, DTP(BTP)’nin yıllardır çeşitli vesilelerle öne sürdükleri talepler olduğunu herkes biliyor. Örgütün “demokratik özgürlük” diye ifade ettiği istekler, yerel yönetimlerin otonom bir yapıya sahip kılınması suretiyle Türkiye’nin üniter yapısının değiştirilmesini, federatif bir sisteme dönüşmesini amaçlayan projenin parçalarıdır. Neo-liberal demokrat ve bazı muhafazakâr çevreler de bu projeye sıcak bakıyor. Avrupa üzerinden Türkiye’ye kültürel haklar ve çoğulculuk adına aynı yönde telkinler yapılıyor; zaman zaman AB ilişkileri koz olarak kullanılarak baskı uygulanıyor. Bu gerçekler ortada iken Başkanlık sistemi konusu sadece siyasal bir tercih şeklinde gündemde tutulamaz. Başbakan bu sistemin gereği olan yapısal değişimler konusunda ne düşündüğünü açıkça ortaya koymak zorundadır.
Siyasî istikrar açısından Başkanlık sitemi değil ama “Yarı Başkanlık sistemi” nin düşünülüp tartışılmasında yarar var. 1958 yılına kadar siyasî belirsizlik içersinde çırpınan, aylarca süren hükümet bunalımları yaşayan Fransa Başkan Degol’ün girişimiyle bu sisteme geçti. O günden bugüne kadar Fransa gibi siyaseti çok parçalı olan bir ülkede istikrarsızlık yaşanmadı.
Türkiye 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanı’na son derece geniş yetkiler vermek suretiyle bu sistemi fiili olarak önemli ölçüde benimsemiş bulunuyor. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliği “de facto” durumu pekiştirmiş oldu. 2002 den önce siyasî krizlerin ön planda olduğu, çoğunluğun sağlanamadığı dönemde yarı başkanlık konusu bir ara tartışılmaya başlamış, sonra unutulmuştu. Yakın gelecekte benzer politik ortam yeniden doğar mı? Bunu kestirmek kuşkusuz kolay değil. Ancak siyasi belirsizliklerin ülke açısından ne derece yıpratıcı ve yorucu olduğu düşünüldüğünde, konu çeşitli açılardan ele alınıp tartışılmalıdır. Yarı başkanlık sisteminin üniter millî devlet yapısına olumsuz bir etki yapmadığı düşünülürse, PKK ve sempatizanlarının bu sisteme sıcak bakmaları beklenemez. Başkanlık sisteminin ülke bütünlüğü açısından sakıncaları, bunun alt yapısını oluşturulmasının bile devleti sıfırdan kurmaktan daha çetin bir iş olduğu göz önüne alındığında, konuyu tartışmaya açmak bile abestir.