Balyoz Darbe Planı Üzerine
26 Ocak 2010
Nuri GÜRGÜR
Bir gazetede yayınlanan ve “Balyoz Darbe Planı” diye adlandırılan belgelerle ilgili tartışmalar sürüyor. Genel Kurmay bir açıklama yaparak bu çalışmanın “2003 – 2006 tatbikat programında “ yer alan ve 1. Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde gerçekleştirilen bir “plan semineri” olduğunu duyurdu. Dönemin 1. Ordu Komutanı em. Org. Çetin Doğan’ın açıklamaları da aynı yöndeydi.
Ancak bu açıklamalar zihinlerde beliren kuşkuları gidermek bir yana, daha da artırdı. Metinde em. Org. Çetin Doğan’ın söylediği tarzda sonradan yapılan eklemeler var mı? Uçak düşürme senaryosu doğru mu? Camilere patlayıcı yerleştirmek, askeri müzelere sakallı cübbeli kişilerle saldırılar düzenlemek, toplumsal bir kargaşa oluşturup sıkıyönetim ilan edilmesini planlamak söz konusu mu? Çeşitli mesleklerden, kamu görevlilerinden, toplum kesimlerinden binlerce insanla ilgili değerlendirmeler yapılarak, sicil tutularak G gününden sonrası için tayin ve tasfiye operasyonu düzenlendi mi? Genel Kurmayın açıklamasında toplumda büyük bir şaşkınlık ve tepki uyandıran bu görünüm giderilemedi, soruların cevabı alınamadı.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Genel Kurmay Başkanı Org.İlker Başbuğ konuştu. Hem kamuoyuna ve devlet hükümet yetkililerine hem de Silahlı Kuvvetlere yönelik önemli mesajlar verdi. Öncelikle “darbeler döneminin çoktan kapandığını” söyledi. “Bu kelimeyi telaffuz etmekten bile hicap duyuyorum” dedi. Böylece Silahlı Kuvvetleri sürekli darbe planları içinde gösterenlere ve darbeden yarar uman ve bunun için çalışanlara karşı olduğunu, TSK içinde hata yapan varsa bunları barındırmayacaklarını açıkladı. TSK’yı terör örgütü ve her türlü kötülüğün kaynağı gibi gösterenlere “ Türk ordusunun da bir sabrı vardır” diyerek tepki gösterdi.
Org. Başbuğu’un konuşmasının en fazla dikkati çeken yanı cami bombalaması iddiasına ilişkin söyledikleriydi. Bunları “vicdansız” olarak tanımladıktan sonra “biz Mehmetçiği Allah Allah diye hücum ettiririz; bu talimnamemizde var. Şimdi vicdansızlara soruyorum; askerine, Allah Allah diye hücum ettiren bir ordu camiye bomba atmayı nasıl düşünür?”
Genel Kurmay Başkanının duygu yüklü konuşması, sözlerini elini masaya vurarak, vücut diliyle pekiştirmesi etkileyiciydi. Ancak bu çıkışın cevap bekleyen soruları aydınlattığı, kuşkuları dağıttığı söylenemez. Genel Kurmayın açıklamasında bir “ plan semineri “ nin amacının “ dış tehide ilişkin olarak hazırlanan hareket planını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamak” olduğu belirtiliyor. Ne var ki bu ifadeler belgelerin kapsamı ve içeriğiyle kesinlikle örtüşmüyor. G günü sonrası kurulacak hükümette kimlere görev verileceğinden, kamu kesiminde yapılacak radikal düzenlemelere, tehlikeli sayılan binlerce insanın gözaltına alınmasına, ekonomik alanlardaki önlemlere kadar devlet ve toplum hayatını köklü bir şekilde düzenlenmeyi amaçlayan hazırlığın rutin bir plan tatbikatı olduğunu öne sürmenin inandırıcı bir yanı yoktur. Bu tarz bir açıklamayla Org. Başbuğ’un kısa bir süre önce dile getirdiği “Silahlı Kuvvetlere karşı yürütülen asimetrik bir psikolojik savaş” bertaraf edilemez. Milletimizin gözbebeği, ülke güvenliğinin ve bekamızın teminatı olan, toplumun büyük çoğunluğunun birinci derecede güvendiği, sevgi duyduğu ordumuzu yıpratıp yıldırmaya, paralize etmeye yönelik girişimleri sürdürenlerin tuzağına düşmemek için, başta yüksek komuta kademeleri olmak üzere, her vatanseverin çok dikkatli olması gerekir. Ordumuzu moral anlamda yıpratan tertiplere ve darbe söylentilerine karşı öncelikle içeriden yürütülecek ciddi ve kapsamlı bir soruşturmayla, konu Silahlı Kuvvetlerin kendi bünyesinde halledilmelidir. Türk ordusunun başka ordulardan farklı olarak tarihimizden, kültürümüzden ve coğrafyamızdan kaynaklanan özel bir misyonu vardır. Bunu kabullenmek istemeyen, Silahlı Kuvvetlerin varlığını siyasal ve ideolojik amaçları açısından engel gören çevrelerin husumeti amaçları açısından doğal sayılabilir. Ancak birilerinin içeride oluşturacakları fitne çok daha tehlikelidir. Silahlı Kuvvetlerimizin konumunu, rolünü ve işlevini benimseyerek uyum sağlamak yerine, üniformasını kendi siyasal tercihleri ve ideolojik amaçları için kullanmayı düşünenler, çok azınlıkta bile olsalar her dönemde problem olmuşlardır.
Türkiye son elli yıl zarfında bazı yüce kavramları, vatani duyguları kullanarak Silahlı Kuvvetleri kişisel hırslarına, siyasal ve ideolojik amaçlarına alet etmek isteyenlerden çok çekti. 27 Mayıs darbesinden sonra oluşan siyasal karmaşa ortamında en az yarım yüzyılımızı kaybettik. Toplumun psikolojik dengeleri bozuldu, gelişme hızı önemli ölçüde azaldı. 1960’ dan başlayarak 1980’e kadar uzanan kargaşa ve çatışma süreci yaşandı. 27 Mayıstan sonra ortaya çıkan çeşitli komünist fraksiyonlarla, bunların şehir ve kır gerilla özentileriyle, Güneydoğu’da yeşeren Kürtçülük akımıyla oluşan kaotik ortam bugünkü problemlerimizin anasıdır.
Türkiye 12 Eylül darbesinin yol açtığı hasarı aradan otuz yıl geçmesine rağmen hâlâ giderebilmiş değil. Silahlı Kuvvetlerin içindeki cuntalar her iki darbeyi ülkeyi badireden kurtarmak iddiasıyla yaptılar. Ancak yol açtıkları tahribatın bedelini milletimiz ödemekten bitap düştü. Özellikle Türk Milliyetçiliği 12 Eylül döneminde ağır yaralar aldı. Yüzlerce ülkücü tutuklandı, yıllarca hapiste yattı. Şahsi ve ailevi büyük acılar yaşadılar, eziyet gördüler. Bunların çok büyük kısmı ceza almadı; yargılama süreci sırasında salıverildiler. Ancak onları tutuklayan ve toplumdan tecrit edilmelerini amaçlayanlar hedeflerine ulaştılar. Türk Milliyetçileri bu travmatik dönemin etkilerini günümüzde bile üzerlerinden atamadılar. Mamak’ta açılan 587 sanıklı ana davanın iddianamesi yaşanan facianın fikir ve düşünce boyutlarını da ortaya koymuştur. Ülkücüleri ezip sindirmek üzere görevlendiren askeri savcıların hazırladığı iddianame, hukukun gereğinin yerine getirilmesi, yasaların uygulanması için değil, ideolojik bir hesaplaşma niyetiyle yazılmıştır. 1912 yılından yani Türk Ocaklarının kuruluşundan başlayarak, yetmiş yıllık bir dönemi kapsayacak şekilde doğrudan milliyetçi düşünce hedef alınmıştır. Bu tuzağı kuranların üniformalı olmaları hazin bir hikâyedir; Silahlı Kuvvetler adına büyük bir talihsizliktir.
Balyoz darbesi olarak adlandırılan girişimin baş mimarı em. Org. Çetin Doğan’ın ideolojik yapısı kendi çevresinde yakinen bilinir. Zaten bunu gizleme gibi bir eğilimi olmamıştır. Emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in çok yanlış tercihiyle Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Mütevelli Heyet Başkanı yapılmasının maliyeti ağır olmuştur. Görev yaptığı kısa sürede üniversitenin eğitim kadrolarını ve çalışanlarını dağıtmış, müfredatı fikri tercihlerine göre düzenlemeye kalkışmış, eğitim ve öğretim seviyesini hızlı şekilde düşürmüştür. Söz konusu belgelerde kendi sesinden yayınlanan konuşmasında Mao’nun sözlerinden alıntı yapması bile fikir ve düşünce yapısını somut şekilde yansıtmaktadır.
Genel Kurmay Başkanlığı, savcıların yürütmekte olduğu soruşturmayı beklemeden, bünyesi içinde kurumsal araştırmaya hemen tamamlamalı, Silahlı Kuvvetlere vicdansızca musallat olmaya kalkışan kanserojen unsurları ortaya çıkarıp bir an evvel ayıklamalıdır. Ordumuzun Türk Milletinin gönlündeki yerini hakkettiğini, gösterilen güvene layık olduğunu dost düşman herkese göstermelidir.