Türk Ordusu’na Düşmanlığın Amacı ve Anlamı
Nuri GÜRGÜR
5 Mayıs 2010
PKK’nın her kış yaptığı gibi iklim şartları nedeniyle “kış uykusu”na yattığını, bölgede bu sırada hüküm süren sessizliğin geçici olduğunu herkes biliyordu. Bu yüzden Samsun’da polis aracının taranmasıyla başlayan, Giresun’da, Lice’de yaşanan, Tunceli’de karakol baskınıyla tırmanan olaylar sürpriz değildir. Bazı köşe yazarlarının bu eylemlerin yapılabileceğine ilişkin tahminlerini derin bir “kerametmiş” gibi sunmaları, kendilerini istihbarat kuruluşlarıyla kıyaslamaları komik kaçıyor.
Mayıs ayının ilk üç gününde altı askerimizin şehadetiyle sonuçlanan PKK saldırıları toplumda doğal olarak büyük tepki topladı. On binlerce yurttaşımızın katıldığı cenaze törenlerinde ortaya çıkan tablo, yaşanan kolektif acının ve oluşan öfkenin toplumsal boyutunu net şekilde yansıtmaktadır. Evladının tabutunu öpüp koklayan şehit babasının, birkaç aylık bebeğiyle genç yaşta dul kalan eşin dudaklarından sözleşmişçesine dökülen sözler bu duyguları ifade ediyor: “Alçakları, kahpeleri sevindirmemek için acımı içime gömüyorum, ağlamayacağım.”
Bu vakur ve asil duruşu, kararlılığı herkes çok iyi değerlendirmelidir. Hükümet yetkilileri ve yönetim sorumluluğunu taşıyanlar, giderek yaygınlaşan toplumun derinliklerine doğru gelişen bu duygulardaki ortak özelliklerin anlamını doğru okumalıdır. Bu tablolar sıradan bir görüntü şeklinde algılanıp geçiştirilmeye çalışılırsa, olaylar bir süre sonra kontrolden çıkar; vahim gelişmelerin yaşanılması kaçınılmaz hale gelir.
Tunceli’nin Nazımiye ilçesine 18.km. uzaklıktaki jandarma karakoluna yapılan saldırıyı bölgede faaliyet gösteren bir PKK grubunun yaptığı açıklandı. Bölücü terör örgütünün büyük önem verdiği, “Dersim sahası” diye adlandırdığı bu bölge Sivas-Tokat ve Giresun’a doğru uzanan eylem güzergâhının merkezi konumundadır. PKK buralarda eskiden beri faaliyet gösteren THKP-C ve TİKKO gibi sol örgütlerle zaman zaman işbirliği yapıyor, geçen yıl Reşadiye’de olduğu gibi ortak eylemler düzenliyor. Son olayda kış biterken TSK’nın henüz kışlasından kırsal alanlara intikal etmemesi dolayısıyla oluşan boşluk döneminden yararlanılmaya çalışılmıştır.
Karakola yapılan saldırının hemen ardından TSK’ne ağır eleştiriler ve suçlamalar içeren yazılar yayınlandı. Belli basın organlarının ve yazarların bu tavrı aslında yeni değildir. Bir süreden beri TSK doğrudan hedef alınarak yıpratılmaya çalışılıyor. Bunu yapanlar kurumun içinden bazı rütbelilerin yaptığı yanlışları, sıfatlarının ve konumlarının gerekli kıldığı sorumluluk bilincinden yoksun girişimlerini malzeme olarak kullanıyorlar. Başka bir deyişle, şahısların yanlışını genelleştirip doğrudan kuruma mal etmek suretiyle fırsattan yararlanmak istiyorlar. Amaçları TSK’nın yasalarla belirlenen misyonunu yapacak, görevlerini eksiksiz yerine getirecek şekilde hatalardan arındırılması, kuruma bu yönde çeki düzen verilmesi olsaydı problem yaşanmazdı. Çünkü kabul etmek gerekir ki, TSK’nın bünyesinde 27 Mayıs’ta “kışladan ilk çıkış”la başlayan ve eski “Halaskâr zabitanlık” geleneğinden esinlenen bir müdahale özlemi yahut eğilimi yarım yüzyıl boyunca varlığını sürdürdü. 27 Mayıs’ın mirası olan bu darbeci zihniyetin tasfiye edilmesi, TSK’nın bu tarihi tortulardan arındırılması elzemdir.
Türk Silahlı Kuvvetleri başka ülkelerinkine benzemez. Çünkü “Türk Ordusu” kavramının tarihimiz ve kültürümüzde çok özel bir yeri vardır. Türk milletinin yüzlerce asır çok çetin şartlar, yoğun düşmanlıklar karşısında varlığını sürdürmesi, özgürlüğünü ve bağımsızlığını koruması ordusu sayesinde olmuştur. Bu yüzden Türk ordusu milletimizin gönlünde herhangi bir milletin silahlı kuvvetlerinden çok farklı bir yere sahiptir. Nitekim yapılan bütün anketlerde milletimizin en fazla ordumuza güven duyduğunu görebiliyoruz. Türkiye’nin huzuru, güvenliği ve bekası açısından Türk ordusunun saygınlığı, itibarı, güvenliği, etkinliği mutlaka korunmalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasî ve ideolojik amaçları için başlıca engel gören çevrelerin ve PKK yandaşlarının özellikle son aylarda bu kuruma yönelik tavırları, verdikleri hükümler normal eleştiri sınırlarını aşıyor; doğrudan kurumun itibarını, güvenilirliğini ortadan kaldırmayı, paralize etmeyi amaçlayan karalama kampanyasına dönüşüyor. Bilinen gazete ve yazarların sistematik şekilde yürüttükleri bu kampanya Tunceli’deki karakol baskınından sonra
daha da yoğunlaştı.
Türk Silahlı Kuvvetleri PKK paralelinde, hatta onunla işbirliği yaparak karanlık işler çeviren, hukukun dışına çıkmayı alışkanlık haline getiren, terörü kendi amacı doğrultusunda ayakta tutmaya çalışan bir oluşum gibi gösterilmek isteniyor. Bu kara propaganda yürütülürken başka bir şey daha yapılıyor. Türk toplumunda büyük tepki ve nefret uyandıran saldırıların, PKK’nın dışından düzenlendiği, örgütün esas yöneticilerinin bunlardan habersiz oldukları ısrarla anlatılarak insanlarımızın kafası karıştırılmak isteniyor. Çoktan beri sürdürülen bu sinsi psikolojik harekâtın amacı ortadadır. Türk milletinin PKK’ya karşı duyduğu öfke örgütün üzerinden alınarak ustalıklı bir şekilde başka yerlere, mahiyetini kimsenin bilmediği bir takım sanal gruplara yönlendirilmek isteniyor. Böylelikle PKK ibra edilecek, meşrulaştırılacak, Devletin sürüklenmek istendiği görüşme masasının tarafı haline getirilecek. Bu alçakça propaganda yürütülürken, bölücü etnik fitneye karşı yıllardan beri canını siper ederek mücadele veren TSK, terörün esas sorumlusu gösterilerek, suçlanarak yıpratılmak ve etkisiz kılınmak isteniyor.
Genelkurmay Başkanı’nın bazı yayın organlarında yapılan ağır ve haksız eleştirileri “Ayıptır… Mütareke basını bile bu kadar hain değildi, bunları lanetliyorum, olaylara objektif bakan, doğru olduğu zaman eleştiri yapan basına saygılıyım” ifadesiyle kınaması, kurumun maruz kaldığı bu sinsi oyuna isyandır.
TSK dozajı giderek şiddetlenen kampanya karşısında kendini yalnız ve sahipsiz hissetmekte haksız mıdır? Neye taraf olduğu ortada olan bir gazete manşet atıyor: “asıl hain çocukları ölüme terk edendir”. Bir başkası yazısının başlığında “kendi hainlerine bak Paşa’m” demekte sakınca görmüyor. Son derece sert ve haşin ifadelerle Genelkurmay Başkanı suçlanıyor; hakkında hükümler veriliyor: “Söyledikleri hakaret, haddini aşıyor”; “her şehidin hesabını verecekler”; “yazılanlar doğru olduğu için öfkeli”.
Eleştiriden çok doğrudan hakaret anlamına gelen ve sistemli şekilde yürütülen bu kampanyanın demokratikleşme gibi masum ve meşru bir maksat adına yapıldığını öne sürüp mazur göstermek mümkün değildir. Bu yapılanlar ülkemizde hukuku egemen kılmaya ve kurumların ıslahını sağlamaya değil doğrudan PKK’nın amaçlarına yarar sağlar. Terör örgütünü masum, görüşmeye ve anlaşmaya hazır, TSK’yı zalim ve uzraşmaz göstermenin başka bir izahı yoktur. Etnik fitneyi, Kürt ırkçılığını kendi inanç ve ideolojileri, kozmopolitan anlayışları bağlamında haklı gören, kültürel haklar, çoğulculuk, demokratikleşme ve benzeri kavramlar üzerinden destek verenler, şu sıralarda TSK’yı başlıca hedef haline getirmeye çalışıyorlarsa, bu iyi niyetli masum bir tavır sayılamaz. Kimlerin ne amaca hizmet ettikleri ortadadır. Türk ordusu Türk milletinin eseridir. Milletimiz her şart ve ortamda sinesinden vücut bulan bu kurumu korumaya muktedirdir.