Cumhuriyetin 86. Yılında Geleceğe Güvenle Bakmalıyız
28 Ekim 2009
Nuri Gürgür
29 Ekim 1923 de Cumhuriyetin ilanıyla bir taraftan yeni devletin idare şekli belirlenirken, diğer taraftan Millî mücadele döneminde adım adım oluşan üniter millî devletin varlığı resmiyet kazanıyordu. Aradan 86 yıl geçtikten sonra, başta millî mücadele dönemi olmak üzere, bu süreci farklı şekillerde yorumlayanların, küçümseyenlerin giderek çoğalması ciddi bir tarih hafızası problemimizin bulunduğunu gösteriyor.
Tarihi olaylar, ileriki dönemlerde oluştukları şartların dışına çıkarılarak, bunların hazırlayan faktörler bir yana bırakılarak değerlendirildiğinde, gerçeklerden ister istemez uzaklaşılır. Subjektif yorumlarla parlak ve çarpıcı sözler, fantastik hükümler üretilir. Sonuçta bu tarz anakronik yaklaşımlarla, yanlış ve haksız hükümlerle zihinlerin bulanması, kafa karışıklığının yaşanması kaçınılmaz hale gelir. Toplum mühendisliği yönetimi kullanılarak, belirlenen tipe uygun bir insan ve toplum modeli yaratılmaya çalışılan ülkelerde, tarihin siyasallaşmasına, olayların ideolojik amaçlara uygun çerçevede kullanılmasına çok sık rastlıyoruz.
Cumhuriyetin 86. yılında farklı bir ortamda, çok daha mükemmel şartlarda yaşamakta olmamız, kuruluş yıllarının şartlarını bize unutturmamalıdır. Fert başına düşen millî geliri 50 doları bulmayan, çoğu hastalıklı, sakat ve savaş yorgunu onüç milyon insanın, olağanüstü güçsüz bir ekonomiyle, yetersiz silah ve teçhizatla, sıfıra yakın bir alt yapıyla millî mücadeleyi kazanması olağanüstü bir başarıdır.
Türk milleti Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde üç yıl süren çetin bir mücadelenin sonunda 9 Eylül’de İzmir’de Yunanlıları denize dökerken, asırlardır sürüp gelen makûs tarihini yeniyor, rahmetli Dündar Taşer’in anlatımıyla, tarihinin sarkacının tekrar yükselişe geçmesinin önünü açıyordu.
Övünç veren bu başarı aynı zamanda Şark Projesi bağlamında Türk-Müslüman varlığını Anadolu coğrafyasından da silmeyi kararlaştıran oryantalist anlayışa vurulan bir darbedir. Son birkaç asırdan beri mazlum milletlerin, doğu halklarının üzerinde giderek yoğunlaşan bir baskı ve egemenlik kuran Batı emperyalizmi ilk defa Türk ordusunun karşısında yenilgiye uğramış, tarihî bir darbe almıştır. Nitekim bu tarihten sonra sömürge ülkelerinde kurtuluş mücadelelerinin süratle geliştiği, pek çok yerde başarıya ulaştığı, bağımsızlığın uluslararası ilişkilerde benimsenip yerleşen bir konsept haline geldiği görülür.
Üniter millî devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru Türk Milletidir. 1924 Anayasasında da belirlendiği gibi, Türklük ırkî anlamda algılanmamıştır. Esasen kültür ve medeniyetimizde ırkçı, kamiyetçi bir yaklaşım hiç görülmemiştir. Vatan coğrafyasında yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkın tümünün “Türk ıtlak” olunduğunun belirtilmesi tarihimize ve kültürümüze tıpatıp uyan, günümüzde de yararlanılması gereken bir yaklaşımdır. Esasen bin yıldır bu toprakları vatanlaştırıp Selçuklu ve Osmanlı devletlerini meydana çıkaran kurucu iradenin doğrudan Türk Milletini eseri olması tarihî bir vakıadır. Türkiye Cumhuriyeti bu geleneğin devamıdır; yani zincirin üçüncü ayağıdır.
Aradan 86 yıl geçtikten sonra bu gerçekleri görmezlikten gelerek, devletimizin kuruluş esaslarını ihlale yeltenen siyasî ve ideolojik girişimler tarihî, kültürel ve toplumsal dayanakları bulunmayan yapay projelerdir. Bu çevreler başta demokrasi olmak üzere, insan hakları, hukuk, barış gibi bazı evrensel kavramları sürekli şekilde makyaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Böylelikle esas amaçlarını bu maskenin altında saklayarak kendilerine elverişli bir alan kazanmaya çalışırken, kavramların itibarını azaltıyorlar, güveni sarsıyorlar. Türkiye’de hâlâ demokrasiyle ilgili problemler yaşanıyorsa, bireysel haklarda eksiklikler varsa bunun müsebbibi, kavramları siyasî ve ideolojik amaçlarına alet etmeye yeltenen kesimlerdir, yani daha açık bir ifadeyle ikinci cumhuriyetçilerle neo –liberaller, siyasal İslamcılar ve özellikle Kürtçülerdir.
Demokratikleşme adına Türkiye devletini esnetmeye, etkisiz kılmaya, kuruluş esaslarından uzaklaştırmaya çalışan girişimlerin hedefi, ülke yönetiminde ve toplumsal hayatımızda bir boşluk oluşturarak ideolojilerine, siyasî projelerine elverişli bir zemin hazırlamaktır.
Devletin bir tören unsuru olmaktan ileri anlam taşımaması durumunda yasalar nasıl işleyecek, hukuku düzenini kim sağlayacak, her devletin vazgeçilmez misyonu olan güvenliği, huzuru hangi örgüt üslenecektir?
Devlet yoksa yahut zaaf içerisindeyse bunların hiçbirinin olamayacağı açıktır. Kuşkusuz bireyin devlete karşı dahi güçlü kılınması, hak ve özgürlükler alanın genişletilmesi, bürokrasinin azaltılması, devletin daha küçük ancak fonksiyonel bir yapıya sahip kılınması gibi çağdaş yönetim anlayışına uygun ıslahat ve yenileme yapmakla, devleti siyasî plânda etkisizleştirmeye yönelik tasavvurları birbirine karıştırmamak gerekir. PKK-DTP’nin ısrarla talep ettiği “Siyasi ademi merkeziyetçilik” diye tanımlanan yönetim tarzının devletin üniter yapısıyla bağdaşmadığı, bunun bir ayrıştırma projesi olduğu açıktır.
Cumhuriyetimizin 86. yılında toplumu huzursuz kılan, insanlarımızı endişeye sevk eden problemlerin varlığına rağmen 86 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak derecede güçlüyüz. Temel meselemiz imkânlarımızı yerinde kullanan, verimli kılan, rasyonel, basiretli ve inançlı bir yönetim yapısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Her şeye rağmen Türk milletinin ufku açıktır, aydınlıktır. Gereken dikkat ve özenin gösterilmesi durumunda Türkiye Cumhuriyetiyle birlikte Türk Dünyasının bütün halinde bu aydınlık ufuklara doğru yükselmesini kimse engelleyemeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, ilelebet payidar olacağından kuşkumuz olmayan üniter millî devletimizin 86. yılı tüm milletimize kutlu olsun!