İSRAİL FİLİSTİN’İN TÜMÜNE EGEMEN OLMAK İSTİYOR


29 Aralık 2008
Nuri GÜRGÜR


İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılar şuurlu, hesaplı ve kararlı bir katliamdır. Tahrip gücü son derece yüksek bombalar kullanılmış, ayrım yapılmadan olabildiğince fazla insanın ölmesi istenmiş, plânlanan sonucun alınması için saldırı art arda tekrarlanmıştır. Medyaya da yansıyan manzaralar dehşet vericidir. Üç yüz den fazla insan feci şekilde ölmüş, bin den fazlası yaralanmış, binalar enkaz haline getirilmiş, Gazze harabeye dönmüştür. Duvarlarla çevrilen, sınırları kapatılan, yıllardır büyük bir hapishane haline getirilen bir alanda yaşamak zorunda bırakılan, yoksul ve çaresiz Gazze halkı için nihaî hüküm verilmiş, infazına geçilmiştir.

İsrail ne gözleri korkudan fırlayacak hale gelen küçük çocuklara, ne de yerlerde yığılı parçalanmış cesetlere, Kelime-i Şehadet getirerek ölen yaralılara aldırış ediyor. Bu ülkede iktidarıyla muhalefetiyle hemen hemen toplumun bütününün bu vahşeti onaylaması inanılır gibi değil. Kutsal kitaplarında “vaad edilmiş topraklar” olarak kendilerine ait bulunduğuna inandıkları Fırat’tan Dicle’ye kadar uzanan toprakların ilk mülkiyet kademesi saydıkları Filistin’i bütünüyle sahiplenmeye kilitlenmiş durumdalar. Bu amaca ulaşmak için şiddeti en ileri boyutuyla uygulamakta tereddüt etmiyorlar. Nükleer silahlar dahil sahip oldukları büyük askerî ve teknolojik güce dayanarak, İsrail toplumunun bütün kesimlerini ulusal politika ekseninde bütünleştirerek Arap dünyasını yenmeyi, sindirmeyi başardılar. Bu genel görünüm son elli yılda sadece Hizbullah tarafından delindi. Geçen yıl Güney Lübnan’a girerek burada örgütlenen topluluğu ezip dağıtmaya yönelik İsrail girişimi, son derece mükemmel savunma yapan, iyi organize olan Hizbullah tarafından püskürtüldü. Bu sonuç İsrail’in yenilmezliği efsanesine vurulan ciddi bir darbe oldu.

Filistinliler başından beri bu tarz bilinçli ve gerçekçi bir yapılanma içinde olmadıklarından, aralarında anlaşıp bütünleşemediklerinden başarısız oldular. İsrail’in kolayca etkisiz kıldığı münferit girişimlerle, hafif silahlarla, son derece basit bir teknolojiyle hazırlanmış derme çatma füzelerle sonuç alacaklarını hayal ettiler. Üstelik bu tarz girişimler İsrail’in düzenlediği saldırılara gerekçe olarak kullanıldı. Nitekim son saldırısını Gazze’den atılan, menzili son derece sınırlı, tahrip gücü sıfıra yakın birkaç füzeye mukabele olarak ve kendini savunma amacıyla yaptığını ilan etti.

Filistinlilerin aralarında birleşememeleri, birbirleriyle silahlı kavgaya girişecek derecede bölünmeleri doğal olarak İsrail’in işine geliyor. Esasen bu durumu pekiştirmek için elinden geleni yapıyor. Filistin halkının sadece politika ve strateji konularında değil coğrafi olarak da parçalanmasını sağlamak üzere yoğun çaba gösteriyor. Vaktiyle Berlin duvarını insanlık dışı bir uygulama diye nitelendirip tepki gösteren Batı dünyasının gözünün içine baka baka km.lerce uzanan duvarı ördü. Filistin artık Batı Şeria ve Gazze olarak sadece coğrafi plânda değil, İsrail’e karşı izlenecek siyaset konusunda da ikiye bölünmüş durumda. Bu son saldırıdan maddî ve manevî büyük yara almış bulunan Gazze halkının yüreklerinde biriken öfkeyi can düşmanları İsrail’e etkili bir eylem halinde boşaltamamaktan kaynaklanan çaresizlik içinde kendi kardeşlerine, Batı Şeria’daki El Fetih yönetimine kanalize etmeleri uzak bir ihtimal görünmüyor. Bu tarz bir duygusal çılgınlık tüm Filistinliler için yeni bir felaket olur. İşinin kolaylaştığı düşüncesiyle İsrail bundan büyük mutluluk duyar. Ancak Gazze ve Batı Şeria’da hayatta kalmaya çalışan milyonlarca Filistinli’yi yeni acılara yol açacak bir bataklığa sürüklemiş olurlar.

HAMAS böylesine bir çılgınlığı yapar mı? Gücünü ve imkânlarını doğru hesaplamadan ateşkes anlaşmasının sona erdiğini ilan eden, menzili sınırlı birkaç basit füzeyi fırlatarak İsrail’i korkutup gerileteceğini zanneden, yönetim ve organizasyon becerisi bulunmayan bu örgütün ne yapacağını kimse bilemez. Şu anda Filistin Devlet Başkanı sıfatına sahip Mahmut Abbas’ın Ocak ayında görevi biterken HAMAS ile El Fetih arasında yeni bir kavganın başlaması, kan dökülmesi Filistin halkını bir daha birleşmemek üzere parçalar. Halen ellerinde bulunan topraklarda bile barınma şansları ciddi şekilde tehlikeye girer. İsrail onları Ürdün ve Suriye topraklarına iteleme planını devreye sokar, direnme imkanı bulamayacaklarından dağılıp perişan olurlar.

İsrail HAMAS’ı ezmek hususunda kesin kararlı görünüyor. Bu amaçla elindeki silah ve teknolojiyi çekinmeden kullanıyor. Son altı ay zarfında yürürlükte olan ateşkes antlaşmasının sağladığı sükûnet ortamında HAMAS’ın varlığını ortaya koymaya, diplomatik ilişkiler kurmaya yönelmesi, kendi halkı arasında itibarının yükselmeye başlaması İsrail’de büyük tedirginlik yarattı. İş başındaki hükümet Gazze’deki bu gelişmelere göz yummakla, müsamaha göstermekle suçlandı. Bu eleştiriler nedeniyle Netenyahu’nun başını çektiği sert politika izlenmesini savunan muhalefet güçlendi. Şubat’da yapılacak seçimlerde tekrar iktidara gelme şansı arttı. İsrail hükümeti bu gelişmeler karşısında toplumdaki beklentileri hesaba katarak seçimlerden önce etkili bir askerî operasyon yapma kararı aldı ve uygulamaya koydu.

Bazı çevreler operasyonun zamanlamasını ABD’ne Obama’nın iş başına gelmesinden önce yapılmış olmasına dikkat çekiyorlar. Yeni başkanın liberal ve demokrat eğilimli olduğunu, İran’la bile görüşmeler başlatabileceğini, Amerika’nın Orta Doğu ve dolayısıyla İsrail-Filistin politikalarında değişikliğin söz konusu olduğunu öne sürerek İsrail’in elini çabuk tuttuğunu belirtiyorlar. Ancak bu yorumların gerçeklerle ne ölçüde bağdaştığı kuşkuludur. Yönetim değişikliğinin Wasington’un bu konulardaki politikalarında ciddî bir değişikliğe yol açacağını öne sürmek varsayımdan ileri bir anlam taşımıyor. Özellikle ABD’nin İsrail’e karşı daha farklı bir politika izlemesini beklemek bu ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısını, siyasî hayatını doğru okumama anlamına gelir.

ABD’nde yaşayan altı milyon civarındaki Yahudi topluluğu son derece organizedir. Finans sisteminde, basın ve televizyonlarda, üniversitelerde, üst bürokraside etkili konumda bulunuyorlar, ülke siyasetini yönlendirebiliyorlar. Amerika’da en kalabalık dinî grubu oluşturan Evanjelik’lerin İncil’lerine dayanarak İsrail’e kutsal bir misyon izafe etmeleri, Yahudiler’e mistik bir değer verip sempati beslemeleri Yahudi lobisinin gücünü katlayıp yükseltiyor. Böylece birkaç milyon Yahudi asıllı Amerikan yurttaşından kat kat fazla insandan destek bulan son derece etkili, sosyal ve ekonomik bir güç oluşuyor. Yeni başkan Obama’nın Beyaz Saray’a Genel Sekreter olarak atadığı kişinin kimliği bu açıdan düşündürücüdür.

Amerikan siyasî sisteminde başkandan sonra en etkili konumda bulunan bir makama Yahudi asıllı ve üstelik Irak harekâtı sırasında sivil görevli olarak İsrail Devleti hesabına çalışmış bir insanın seçilmiş bulunması rastlantı mıdır?

Obama’nın başkanlık seçimi sürecinde parti içi adaylık yarışından başlayarak arkasına aldığı büyük destekle bu tarz bağlantıların rolü nedir? Yeni başkanın hem ABD hem de Dünya medyasının “starı” haline gelmesinde, yakın çevresi dışında tanınıp bilinmeyen bir ismin çok kısa sürede karizmatik bir görünüm kazanmasında hangi faktörler rol oynamıştır?

Bu tarz soruların cevabını bulmak elbette kolay değil. Ancak icraatına başlayıp Irak, İsrail, Filistin, İran ve Afganistan gibi kritik konulardaki tutumunu ortaya koyduğu zaman doğru hükümlere ulaşmak mümkün olabilecektir. İsrail’in Filistinliler’e uyguladığı orantısız şiddet konusundaki pervasızlığı ABD’den altmış yıldan beri sağladığı sınırsız destekten kaynaklanıyor. Güçsüz devletlere karşı dilediğinde etkili yaptırımlar uygulayabilen BM Güvenlik Konseyi’nde, İsrail’e terörist sıfatını hak edenlere karşı kısık sesle yapılan sözde kınamaların dışında zikre değer bir tavır alınamıyor. Bu husustaki girişimler her seferinde ABD’nin veto bariyerine takılıp kalıyor. Bu son olayda da aynı tablonun sergilenmesi BM’in devre dışında kalması anlamına geliyor.

Filistin trajedisinin bir diğer yüzü Arap devletlerinin konuya olan duyarsızlığı ve ilgisizliğidir. 70’li yıllara kadar yapılan savaşlarda İsrail karşısında sürekli yenilen, Yahudiler’in özellikle finansal alandaki gücünü tanımak zorunda kalan Arap dünyası bir süreden beri psikolojik bir eziklik ve yılgınlık içerisine sürüklenmiş görünüyor. Muhtemelen bu duygunun etkisiyle giderek hacmi azalan maddî yardımların dışında Filistin konusunda taraf olmak istemiyorlar. Filistin halkının kendi kardeşleri tarafından terk edilmesinde HAMAS’ın izlediği katı ve uzlaşmaz politikaların nispî bir etkisi olsa da esas nedenler daha derinlerdedir. Bu tavırlarını yakın zamanda değiştireceklerine ilişkin bir işaret görünmüyor. Sonuçta çileyi yoksul ve kimsesiz Filistin halkı çekmekte devam ediyor. Açlık, yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşamaya, varlıklarını sürdürmeye çalışırken gökten bombalar yağıyor, çocuklarıyla birlikte ölüyorlar. Yükselen çığlıkları ne kendi kardeşleri ve soydaşları arasında, ne de hak ve adalet duygularını, ahlâkî hassasiyetlerini büyük ölçüde kaybetmiş görünen Batı dünyasında yankı yapıyor. Gelecekleri tümüyle Yahudilerin insafına kalmış görünüyor. Onlar da şiddet ve dehşet ortamı yaratarak nüfus arındırması yapmak, kendileri yerleşmek üzere bölgeyi boşaltmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Filistin halkının işi her bakımdan çok zor. Akif”in ifadesiyle “döner imdadı gökten beklerim, heyhat ! gök yüksek.”