RUSYA’NIN JEOPOLİTİK ATAĞI
12 Ağustos 2008
Nuri GÜRGÜR
Kafkasya’da uzun zamandır hüküm süren gerginliğin ve hâkimiyet mücadelesinin sonunda savaşa dönüşeceği belliydi. Sovyetler’in dağılmasıyla kurulan Rusya federasyonu 90’lı yılların başında zor bir dönem yaşıyordu. Bölge üzerindeki etkinliğini kaybetmiş, ağır ekonomik ve sosyal problemlerle yüz yüze kalmıştı; ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Birkaç yıl süren bu dönem, Putin’in iş başına gelmesinden sonra değişmeye başladı. Petrol fiyatlarının hızlı yükselişi ve doğalgaz pazarının süratle genişlemesi neticesinde ekonomisini toparlamaya başladı. Putin yönetimi malî durumun düzelmesine paralel olarak, bir süredir askıya alınan Rusya’nın geleneksel emperyal politikalarını yeniden gündemine aldı.
Rejimler değişse de Kremlin’in Dünya politikasının baş aktörlerinden biri hatta olabilirse birincisi olma niyeti hiçbir zaman değişmedi. Putin uyguladığı politikalarla bu rolün ideal adamı olduğunu açıkça ortaya koydu. Petrolle birlikte siyasî işlevi ekonomik değerinden bile fazla olan doğalgaz yatakları, Putin’in Rusya’sına geniş manevra alanı kazandırıyor, siyasal ufuklar açıyor; Putin de bu faktörü ustaca değerlendiriyor.
AB ülkelerinin doğalgaz ihtiyaçlarının hızla artması Rusya’ya bağımlılık anlamına geliyor. Geçen yıl Bükreş’te toplanan NATO zirvesinde bu gerçek açıkça ortaya çıktı. ABD bütün ısrarına rağmen, Ukrayna ve Gürcistan’ın örgüte alınmalarını sağlayamadı. Çünkü Moskova’dan Avrupa’ya net mesajlar iletilmiş, bu genişlemeyi kendisine yönelik düşmanca bir tutum olarak değerlendireceğini herkesin anlayacağı şekilde ortaya koymuştu. Avrupa kış aylarında vanaların kapatılmasıyla soğuktan felç olma riskini göze alamadığından Rusya’nın dediği oldu, NATO’nun genişlemesi şimdilik gündemden kalktı.
Putin Kremlin’deki seleflerinin izlediği Kafkasya’ya egemen olma politikasını özenle uygulamaya çalışıyor. Çünkü bu bölge iki yüz yıldan beri Rusya için uluslararası siyasetin en önemli açılım alanı olmuştur. Kafkasya’nın ekonomik potansiyeli, zengin kaynakları bir yana, buradan Ortadoğu, Körfez bölgesi ve Anadolu coğrafyasıyla doğrudan ilgilenmek, projeler yapmak imkânını bulduğu gibi doğal şartlar itibariyle anavatan Rusya için burasını “ön savunma hattı” olarak gördü.
Rusya, 90’lı yılların başında Gürcistan ve Azerbaycan’ın kontrolünden çıkmaları sonucu bölge üzerindeki nüfuzunu büyük çapta yitirmişti. Ermenistan’ın Moskova’ya bağımlı kalması aslında ciddi bir yük anlamına geliyor. Çünkü Erivan bu ilişkilerden yararlanarak, Moskova’nın her ortamda arkalarında olacağına güvenerek komşularına karşı saldırgan politikalar izliyor. Bu tutum doğal olarak bölge ülkelerinde kuşku uyandırıyor. Ermenistan’ın arkasındaki güç görünümündeki Rusya’yı güvenilmeyen, çekinilen bir tehdit merkezi konumuna getiriyor.
Rusya’nın çevresindeki ülkelerle ilişkileri hiçbir dönemde ince diplomasiye dayalı olmadı. Askerî güç kullanarak çevresindeki ülkeleri kontrolüne almak, direnişleri silah zoruyla bastırmak, muhalefeti sindirmek, nüfuzunu zor kullanarak kabul ettirmek geleneksel Rus politikasının temel özelliğidir. Şu sıralarda uluslar arası konjonktürün elverişli olmasından yararlanarak, bu tarihî yöntemini yeniden uygulamaya koyuyor.
Kafkasya bugün Rusya için tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar değerli ve vazgeçilmez bir bölgedir. Yüzyılımızda Avrasya üzerinde cereyan eden hâkimiyet mücadelesinin stratejik kilidi burasıdır. Kafkasya jeopolitik açıdan sahip olduğu emsalsiz özelliklerinin yanı sıra, enerji iletişiminin ana güzergâhı olması ve son zamanlarda Hazar çevresinde bulunan zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla göz kamaştırıyor.
Kafkasya’nın yoksul halkları bu küresel egemenlik yarışının mağdurlarıdır. Üzerlerinde oturdukları ekonomik zenginliklerden yararlanma fırsatını bir türlü bulamadılar. Yoksullukları, çaresizlikleri günümüzde de yoğun şekilde hüküm sürüyor. Aralarındaki geleneksel kavgalar, sınır anlaşmazlıkları, etnik rekabetler bölgede barışın, huzurun ve istikrarın kurulmasını büyük ölçüde engelliyor. Kendi hallerine bırakılsalardı, dış müdahaleler olmasaydı muhtemelen bunlara bir şekilde çözüm bulabilirlerdi. Ancak bir yandan bölgede üstünlük kurma çabasındaki Rusya, diğer yandan ABD’nin küresel egemenlik oluşturmaya yönelik girişimleri, problemleri içinden çıkılmaz hale getiriyor; Kafkas halkları kışkırtılıyor, savaşa itiliyor.
Rusya kontrolünü reddetmesinin bedelini Gürcistan’a ağır şekilde ödetmek suretiyle bölge halklarını sindirmek, hâkimiyetini kabule zorlamak istiyor. Mihail Saakaşvili’nin Güney Osetya’ya başlattığı operasyonun sonuçlarını doğru hesaplamadığı ortada. Gücüne bakmadan bu tarz bir maceraya yönelmesinin rasyonel bir yanı görünmüyor. Bunu yaparken belki de NATO üyeliğinin gerçekleşmemesinin verdiği hayal kırıklığı sonucu, aradığı güvenlik şemsiyesini bu tarz bir emrivakiyle sağlayacağını, ABD’nin ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı kendisini yalnız bırakmayacağını düşündü. Saakaşvili’nin bu girişimi vaktiyle Saddam’ın Kuveyt’i Irak’a katabileceği hayaliyle benzeşiyor. Başka bir ifadeyle, Saakaşvili “Gürcistan’ın Saddam’ı” olmaya aday görünüyor. Dileriz bu tarihî yanılgısının bedelini siyasi kariyerini noktalamak suretiyle sadece kendisi ödesin, Gürcistan halkı yeniden Moskova’nın boyunduruğuna girmesin.
Putin’in Rusya’sının çoktandır aradığı fırsat böylelikle Saakaşvili’nin eliyle sunulmuş oldu. Güney Osetya’yı “barış gücü” adına savunma görüntüsü altında Rus ordusu Gürcistan’ın üzerine çullandı. Bu arada Moskova’nın kontrolündeki Abhazya da olayın tarafı haline getirildi. Ateşkesi kabul ederek askerî harekât son bulsa bile, Gürcistan’ın yeni statüsünün ne olacağı bilinmiyor. Şu anda görünen tabloda Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan tarafından ebediyen kaybedildiği anlaşılıyor. Saakaşvili’ye seçim kazandıran “toprak bütünlüğünü sağlamak” iddiası Gürcistan’ın bağımsızlığını bile belirsiz kılan acı bir sona doğru gidiyor. Diğer taraftan Rusya Kosava konusunda Batı karşısında uğradığı yenilginin, Sırbistan’ı savunamamanın öcünü Kafkasya’da çıkarmış oluyor; Slav halklarına ve özellikle Sırplara sıcak bir mesaj iletiyor.
Sonuçta sadece Saakaşvili ve Gürcistan kaybetmiş olmadı. Ukrayna’dan Azerbaycan’a kadar uzanan geniş bir alanda Moskova’nın kontrol girişimlerine karşı bağımsız politikalar izlemek isteyen yönetimler önemli bir darbe yediler. Bu jeopolitik güç gösterisinin daha geniş alanlara yayılması, Türk Cumhuriyetleri’ni etkilemesi çok muhtemeldir.
Gürcistan’ın içine düştüğü bu durum Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu ülkeyle çok geniş alanlarda yakın işbirliğimiz, ortak projelerimiz var. Gürcistan Türkiye’nin Kafkas politikalarının temel dayanaklarından birisidir. Bu cümleden olarak Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yanı sıra, temeli atılan demiryolu projesi, bölgeye ve Türkistan’a açılmamız açısından stratejik önemi büyük tarihî bir girişimdir.
Rusya’nın Gürcistan’a yönelik askerî operasyonunun sonuçları sadece belirli bir coğrafi alanla sınırlı kalmayacak, uluslararası siyaseti ve ekonomik dengeleri doğrudan etkileyecektir. Moskova başından beri bölgenin petrol ve doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya ve Dünya’ya Türkiye üzerinden ulaştırılmasından rahatsız olduğunu gizlemedi. Çünkü bulunduğumuz yüzyılda küresel dengeleri belirleyecek en önemli faktörün enerji yatakları olduğunu görüyor, Kafkasya’nın, Hazar ve çevresinin yataklarını, geçiş yollarını doğrudan kendi kontrolünde tutarak “süper güç” olmak istiyor.
ABD’nin bir yandan seçim arifesinde oluşu, diğer yandan İran’a yönelik bir askerî harekâtı gündeminde tutuşu, Irak ve Afganistan’da sıkışıp kalması Rusya’nın Kafkasya’da rahat hareket etmesini sağlıyor. Yapılan diplomatik girişimlerin, “çekil” çağrılarının, görüşme ve toplantı tekliflerinin arkasında fiili bir güç ve destek bulunmayınca girişimler etkili olmuyor. Moskova bütün bunları duymazlıktan geliyor, düşündüklerini adım adım uyguluyor.
Saddam’ın çılgınlıkları sadece Irak halkını perişan etmedi; bundan Türkiye’de doğrudan etkilendi. Yıllardır devam eden ve giderek büyüyen ekonomik ve ticarî zararlarımızın yanı sıra, bölücü akımın Kuzey Irak’tan destek görmesi, kışkırtılması sonucu yaşadığımız terör problemini ağırlaştırıyor. Benzer bir tabloyla muhtemelen Kafkasya’da karşılaşacağız. Gürcistan’ın bağımsızlığının tehlikeye girmesi, bölgede karmaşa yaşanması, siyasal ve etnik çatışmalar çıkması en fazla Türkiye’ye zarar verecektir. Ankara bu gerçeğin ışığı altında etkili girişimler başlatmalıdır. Rusya’ya dilediği şekilde hareket edecek ortamı bırakmamak için konu uluslararası zemine taşınmalıdır. Başka bir ifadeyle ABD ve AB başta olmak üzere ilgili bütün ülkelerle yoğun temaslar yaparak, enerji kaynakları ve ulaşım hatlarıyla bağlantılı uluslararası ekonomik merkezleri devreye sokarak Moskova üzerinde çok yönlü baskı oluşturmaya çalışmalıyız.
Rusya’nın Kafkaslar’a yönelik bu jeopolitik atağı Gürcistan’da önlenemediği taktirde, bölge ülkeleriyle birlikte Türkiye ve Türk Dünyası çok yönlü tehditlerle karşı karşıya kalacak, büyük sıkıntılar yaşayacaktır.