SONUÇLARA İLK BAKIŞ


Ağustos 2007 Sayı : 240

Nuri GÜRGÜR


22 Temmuz seçimleri nasıl yorumlanırsa yorumlansın sonuçlar iktidar açısından büyük bir başarıdır. AKP yeni siyasi döneme, arkasında güçlü bir toplum desteğinin varlığını ispatlamış olmanın rahatlığıyla başlamaktadır.

Bu sonuçlarda Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nin çok tartışılan kararıyla engellenmiş olmasının ve 27 Nisan muhtırasının yol açtığı tepkilerin önemli rolünün olduğu doğrudur. Ancak % 46,5 gibi büyük bir desteğin sadece bazı psikolojik nedenlerden kaynaklandığı düşünülemez. Oy dağılımının çeşitli açılardan dökümü yapıldığında ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek ve gelecekle ilgili hükümler verebilmek için bunun dikkatle irdelenmesi gerekir.
  1. AKP oy oranını 2002 seçimlerine göre 12 puan arttırmış, kendi zihniyet dünyasının dışında kalan toplum kesimlerine, İzmir’de olduğu gibi nüfuz etmiş, buralardan oy toplamıştır.

  2. AKP’nin oylarındaki artış belirli bölgelerle sınırlı kalmamış, Doğu ve Güneydoğu dâhil yurt geneline yayılmıştır.

  3. Bu sonuçlar insanlarımızın yaşadıkları ekonomik şartların riske edilmesinden tedirgin olduklarını, güvence aradıklarını gösteriyor. Dolayısıyla huzur ve istikrarın sürdürülmesi halkımızın birinci önceliğidir. AKP toplumun siyasi tercihini belirleyen bu faktörleri diğer partilere nazaran daha iyi kavramış ve gerekli mesajları sunmayı başarmıştır.

  4. Yurt içi ve dışındaki büyük sermaye ekonomik çıkarları ve yatırımları nedeniyle AKP iktidarının devamını zaruri saymış, yerli büyük sermaye ile birlikte kontrollerindeki gazete ve televizyonları bu yönde kullanmıştır.

  5. Yerel yönetimler, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere iktidarın halkla temas kurmasında, maddi imkânlar sunmasında etkili rol oynamışlardır.

  6. AKP seçim dönemine henüz girilmeden başlattığı seçim çalışmalarıyla diğer partilerin açık ara önünde olmuş, disiplinli, örgütlü ve kapsamlı bir seçim kampanyası yürütmüştür. 70 meydan toplantısıyla en fazla miting düzenleyen parti AKP’dir.

  7. Toplum kesimlerinde etkili olan tarikat ve cemaatlerin büyük bölümü yoğun şekilde AKP için çalışmış, bire bir propaganda yapmıştır.

  8. Manevî değerler ve inanç hususunda hassasiyeti olan toplum kesimleri büyük bölümüyle bunların savunulması ve korunması bağlamında iktidarı başlıca adres saymışlardır. Sık sık şiddetlenen laiklik-irtica tartışmalarında Hükümet’i hedef alan iddia ve eleştirilerde ölçünün kaçırılması, bağnazca bir tavırla doğrudan inancın hedef alınması geniş bir kitleyi rencide etmiş, haklı bulmadığı suçlamalara iktidarın yanında yer alarak cevap vermiştir.

  9. Merkez Sağda ve Sosyal Demokrat cenahta seçmene güven veren güçlü siyasal merkezlerin bulunmayışı, 2002’deki kurumsal çöküntünün giderilmeyişi, DYP ile ANAP arasındaki trajikomik birleşme girişimi AKP için büyük avantaj olmuş, bu kesimlerden aktarılan etkili isimlerle kendi çekirdek oyunun üzerlerine tırmanan bir trend yakalamıştır.

  10. Türkiye’ye giren yoğun bir sermaye ve özelleştirmelerle paraya boğulan piyasalardaki yapay rahatlık iktidara çok elverişli bir psikolojik ortam sunmuştur.

  11. Muhalefetin eleştirileri seçim kampanyası boyunca bölücülük ve terör üzerinde yoğunlaşmış, Başbakanın oğlunun gemisi yahut kullandığı saat gibi konularda şahsileştirilmiştir. İktidarın özellikle ekonomik konulardaki hataları, eğitimin her kademesindeki başarısızlığı, başta üniversite mezunları olmak üzere genç işsiz yığınların mutsuzluğu, aileleriyle birlikte yaşadıkları çaresizlik yeterli ölçüde vurgulanmamıştır. İzleyicileri bir süre sonra usandıran birkaç basit konuda sıkışıp kalan iki aylık sönük bir seçim kampanyasından sonra geniş kesimlerin bazı yüzeysel kıyaslamalarla tercihlerini AKP’den yana kullanmaları doğal bir sonuçtur.

  12. Muhalefetin en belirgin yanlışı toplumda ilgi ve heyecan uyandırarak, insanların peşinden yürüme gereği duyacakları projeler sunamamaları, aydınlık bir ufuk çizememeleridir. Bütün seçim döneminde ülke bütünlüğünü tehdit eden tehlikelerin varlığı ve iktidarın duyarsızlığı sürekli işaret edilirken, ortaya somut bir çözümün sunulmamış olması, eleştirilerin etkili olmasını engellemiştir.

    Art arda kaldırılan şehit cenazelerindeki duygusal yoğunluğun da etkisi ile MHP’ye yönelen belirli bir kesimin dışındaki geniş kitlenin tercihini AKP’den yana kullanmasının, özellikle Orta Anadolu gibi millî hassasiyetleri yüksek bölgelerde bile bu partinin önde olmasının, bu konularda yapılan eleştirilerin altının doldurulmamasından, somut projelerle desteklenmemesinden kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz.

  13. AKP bir taraftan parti örgütleri, diğer taraftan belediyeler üzerinden yoğun ve sistemli bir kampanya yürütürken, MHP ve CHP’nin örgüt çalışmaları özellikle iki büyük şehirde çok cılız kalmıştır.

Kendi düşünce dünyalarına ait kesimlerle, ideolojik bakımdan paralel sivil toplum kuruluşlarıyla ilişki kurmaktan ısrarla kaçınılmış, yukarıdan talimatla yürütülen garip bir ayrımcılıkla insanlar birlikte yürüyen ve yürümeyenler şeklinde tasnife tabi tutulmuş, itilmiş, incitilmiştir.

İdeolojik dünyasına mensup insanları yani camiasını rahmetli Türkeş’in uyguladığı tarzda etkili bir gönül seferberliğiyle kucaklayıp, buradan bütün toplum kesimlerine açılmanın fikir ve düşünce etiği olmasının yanı sıra bir siyasal rasyonalite olduğu yazık ki düşünülmemiştir. Üstelik bu basit ama zaruri tavrı hatırlatacak, yönlendirecek bir çevre etkisinin olmaması yani yönetim ferasetinin sergilenmeyişi ise başka bir handikap oluşturmaktadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın halkla her vesileyle ilişki kurması, çeşitli kesimlerden insanlarla oturup kalkması, sohbet etmesi, törenlere, açılışlara, toplantılara düzenli şekilde katılması, gününü belirli bir çalışma mekânına münhasır kılmaması ne kadar doğru bir yöntemse, bunun tersini ısrarla uygulamak aynı derecede hatadır. Zaten sonuçlar bu gerçeği yansıtmaktadır.

Türkiye’de 23 Temmuz itibariyle yeni bir dönem başlamaktadır. Seçim döneminde dondurulan, gündemden çıkartılan problemlerin tamamı ortada durmakta, çözüm beklemektedir.

Bunlar arasında ülkenin ekonomik meseleleri belki de birinci önceliğe sahiptir. Çünkü ekonomik alanda yaşanacak bir tıkanma bütün gelişmeleri doğrudan etkiler; belki de geçersiz kılar. Bizim dışımızda oluşan ve tümüyle uluslararası ekonomik ortamdan kaynaklanan konjonktür sebebiyle Türkiye’de geçici bir bahar havası yaşanmaktadır. Ülke ekonomimiz muhtemel olumsuz gelişmelere karşı direnç kabiliyetine maalesef sahip değildir. Cari açığın yüksekliği, iç ve dış borçların hızla artması, sağlıklı bir üretim ve ihracat potansiyelinin bulunmayışı, istihdam problemi, kaynakların ilkesiz ve kontrolsüz şekilde yabancı sermayeye terk edilmekte oluşu karşı karşıya bulunduğumuz büyük tehlikelerin somut göstergeleridir. Bunları görmezlikten gelmek krize davetiye çıkarmaktır. AKP iktidarı seçimlerde ekonominin bu konjonktürel ortamından geniş şekilde yararlandı; ancak problemler bütün ağırlığıyla gündemdedir ve çözüm beklemektedir.

PKK’nın siyasî kanadının Meclis’e girmiş olması, grup kurarak resmî temsile hazırlanması Türkiye için yeni bir dönemin başladığı anlamına gelmektedir. Basınımızın iktidar yandaşı liberal yazarları ve onlarla paralel düşünen siyasetçiler, entelektüel kesimler çok iyimser görünüyorlar. İlginç bir yaklaşımla ortaya çıkacak olumsuz gelişmelerin sorumlusu olarak PKK’nın siyasi cenahını değil ülke bütünlüğünü koruma bilincine sahip insanları sorumlu tutmak üzere şimdiden zemin hazırlıyorlar “DTP’lilere düşmanca davranılmadığı takdirde bu durum Kürt sorununun çözümü için fırsata dönüştürülebilir”.

Kürtçülük meselesini Türklerin vehmi, korkusu sayan, PKK’ya kolayca ehlileştirilebilecek bir siyasal girişim nazarıyla bakan ve Meclise girmelerini bir uzlaşma vesilesi olarak gören anlayış, önümüzdeki dönemde bu problemin uluslararası nitelik kazanmasını amaçlayan iç ve dış projelere bilerek veya bilmeyerek destek sağlamaktadır.

Türkiye Cumhuriyetin bu en kapsamlı fesat hareketine karşı nasıl bir politika izleyecektir? Gerekli plânlarımız, projelerimiz var mıdır, hazırlıklar yapılıyor mu?

Bu gibi sorular cevapsız kaldığı sürece ülke bütünlüğümüz, üniter yapımız kim ne derse desin ciddi tehlikelerle karşı karşıya demektir. Sorulara cevap bulmak hususunda sorumluluk sahibi her yurttaşa görev düşmektedir. Ancak çözümün etkili alanının siyasette odaklandığını, Hükümet’in yanı sıra siyasî merkezlerin çözüme yönelik hazırlıklarının, girişimlerinin belirleyici faktör olacağını unutmamak gerekir.

Ekonomi ve bölücülüğün dışında bu konuları doğrudan etkilemekte olan başka önemli problemlerimiz de var. AB ile ilişkilerimizde yaşananlar, Kıbrıs gibi temel millî konuların askıda tutulması, ABD ile aramızda oluşan güvensizliğin, kuşkuların giderek genişlemesi, Kuzey Irak meselesindeki belirsizlik yeni hükümetin zaman kaybetmeden eğilmesi gereken hayati meselelerdir.

Ne var ki bütün bu konuların yanı sıra Cumhurbaşkanlığı meselesinin bir an önce halledilmesi, sistemin işler duruma getirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin görev süresi mecburen uzatılan bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetilmekte oluşu her açıdan sakıncalıdır. Recep Tayyip Erdoğan, seçim kampanyasının son günlerinde ifade ettiği uzlaşma anlayışını uygulamaya geçirebilirse, makamın önem ve anlamına uygun bir tutum sergileyerek toplumsal mutabakatın oluşumunu temin edecek bir ismi belirleyebilirse ortam rahatlayacak, muhtemel gerginliklerin ortaya çıkması engellenecek, ülkede herkesin özlemi olan huzur ve güven duyulan bir döneme geçişin zemini hazırlanmış olacaktır.

Karşı karşıya bulunduğumuz bütün bu meseleler bağlamında, seçim sonuçları AKP’ye büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Geçen dönemde elinde bulundurduğu büyük siyasal gücü problemlerin çözümüne yeterli ölçüde yansıtamamış olan, bu nedenle yeni dönemde devraldığı çetin konularla karşı karşıya bulunan AKP iktidarı bu defa daha başarılı olmak, toplumsal tercihin hakkını vermek zorundadır.