KAHRAMANLARIN MİSYONU BİTMEZ

Nuri GÜRGÜR Türk Yurdu Dergisi (Mayıs 2005)

K.K.T.C.'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi beklendiği gibi sonuçlandı. M.Ali Talat ilk turda oyların % 55'ini alarak Cumhurbaşkanı oldu. Seçimlere katılmayan Rauf Denktaş 23 Nisanda makamı Talat'a devrederek yönetimden resmen ayrıldı. Böylece Kıbrıs'ta, Türkiye'de ve Batı dünyasında bir çok insanın giderek şiddetlenen Rauf Denktaş'sız bir yönetim arzusu sonunda gerçekleşmiş oldu. Ancak kimse bu tabloya bakarak zafer sevincine kapılmasın. Çünkü Denktaş'sız Kıbrıs yönetimi, sanılanın aksine çözüm ve uzlaşma değil hayal kırıklıklarına karamsarlık ve pişmanlıklara davetiye çıkaracaktır. Bozulmuş olan dengeleri yerine oturtacak ilkeli ve becerikli bir yönetimin kurulmasını sağlayacak siyasal ve toplumsal alandan yoksun olan Kıbrıs Türklüğünü ciddî problemler ve sıkıntılar bekliyor.

Rauf Denktaş ilk defa 1948 yılında Dr.Fazıl Küçük'ün yanında siyasî arenaya çıktığında 24 yaşında bir gençti. O tarihten sonraki bütün hayatını Kıbrıs Türklüğü ile dopdolu ve iç içe yaşadı. Özellikle meselenin Türkiye'nin resmî politikası haline geldiği 1952'lerden sonra Denktaş'ın sorumluluğu hızla çoğaldı. Türkler Ada'da dağınık şekilde yaşıyorlardı. Ekonomik imkanları son derece zayıf, eğitim düzeyleri düşüktü. Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını sağlama amacıyla bu yıllarda Kilise'nin önderliğinde kurulan EOKA terör örgütü ortalığı kasıp kavuruyordu. Hedefleri Girit'te yapılanları tekrarlamaktı; silahlı baskı oluşturarak Türkleri ölüm korkusuyla sindirmek, yıldırmak suretiyle göçe zorlamak, kendilerine kalacak olan Kıbrıs'ı en kısa zamanda Yunanistan'a bağlamak suretiyle Enosis'i gerçekleştirmekti.

Bu yıllarda Megalo İdea ve Pan Hellenizm olarak bilenen tarihi Yunan emellerini engelleyen önemli gelişmeler yaşandı. Evvela Türkiye Rumların hiç beklemedikleri bir aktivite göstererek Kıbrıs'ı "millî dava" olarak benimsedi. Rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nun yönetiminde yürütülen diplomatik atak sonucu, Londra-Zürih Antlaşmaları olarak bilinen tarihi belge, meselede üç taraf ülke olan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye ile birlikte Kıbrıs'ın Türk ve Rum kesimlerinin temsilcileri tarafından imzalandı. Cumhuriyet tarihimizde Batı ile ilişkilerimizde belki de muhataplarımızı "üttüğümüz" yegane anlaşma diyebileceğimiz Londra-Zürih Antlaşması, elli yılı aşkın bir süreden beri elimizdeki en önemli dayanak konumundadır.

Bu arada sürdürülen diplomatik girişimlere paralel olarak Ada'daki Türk toplumunun organize hale gelmesi gerekiyordu. Bunu sağlamak ve EOKA saldırılarına karşı koyabilecek bir güç oluşturmak maksadıyla Türk Millî Mukavemet Teşkilatı kuruldu. Bu tarihi örgütün kurulmasında Kıbrıs Türkleri'nin genç lideri Rauf Denktaş'ın büyük rolü oldu.

Rumlar Londra-Zürih Antlaşmasının Enosis amaçlarını engellediklerini kısa zamanda anladılar. Bu anlaşmayla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti içinde Türklerin etkinliğini ortadan kaldırmak ve tek yanlı egemenliklerini sağlamak üzere saldırılar başlattılar. 1963-1964 ve 1967 yıllarında yoğunlaşan bu saldırılar karşısında Türklerin bütün zorluklara rağmen direnmesini sağlayan en önemli faktör, Rauf Denktaş'ın sarsılmayan azmi, cesareti ve kararlılığıyla ortaya koyduğu "liderlik" olmuştur.

Bugün O'nun yönetimden ayrılmasından sevinç ve mutluluk duyanlar, 1974 Barış Harekâtı'na kadar Ada'da yaşanan karanlık ve umutsuz ortamda Denktaş'ın nasıl bir rol üstlendiğini hatırlamıyorlar bile… Genç nesillerin bilgisizliklerini bir kenara bırakırsak, çok eski sayılmayacak bir zaman dilimini yaşanmamış sayanların yaptıkları tek kelimeyle "nankörlüktür". Hem tarihe hem de tarihî bir şahsiyete saygısızlıktır ve ayıptır.

Bazı çevreler insanların kimliklerini ret ve inkâr etmelerini, millî şahsiyetlerine yabancılaşmalarını, tarihlerinden kopmalarını sağlayarak maneviyatsız, inançsız ve kişiliksiz bir dünya yaratmak istiyorlar. Bu çabalar milletimiz namına hüzün veren ve düşündüren bir manzaradır. Kıbrıs'ta yaşananlar, iki binli yıllara doğru ortaya çıkan toplumsal psikoloji aslında bazı aydınların ülkemizde tahayyül ettikleri insan yapısının küçük bir modeli sayılabilir. Bütün dünyanın vatan, bütün insanların milletdaş olmasına ilişkin tasavvurların, telkinlerin girişimlerin ne anlama geldiğini somut şekilde görmek isteyenler Kıbrıs'a dikkatle baksınlar.

1974'den sonra Kuzey'de Türklerin kendi yönetimlerini kurmalarından sonra doğanların, bu tablodaki yerleri ve etkinlikleri dikkate alınarak, öz eleştiri yapıldığında, sorumlular ve sorumluluklar objektif olarak belirlendiğinde, bu ortamın doğmasında bütün tarafların payları olduğu görülür.

Öncelikle Türkiye, 1974'den sonra Kıbrıs Türkleri'ne belirli bir paranın iletilmesiyle sorumluluğunu yerine getirdiğine inanmak gibi kolay bir yolu tercih etmiş, çeyrek yüzyıl boyunca bu sığ ve basit tarza sıkışıp kalmıştır.

Kıbrıs Türkleri ise Türkiye'den gelen maddî yardımın dağıtımıyla edindikleri ekonomik imkanları ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin sağladığı güvenlik ortamını yeterli bulmuşlar, uygulanan yoğun ambargoyu delecek, daha az etkili kılacak yollar arama gibi meşakkatlerden uzak kalmaya çalışmışlardır.

Rauf Denktaş'ın 1974 sonrası yönetim döneminde de yakın zamanlara kadar süren büyük gücünü, karizmatik liderliğini Kıbrıs'lı Türklerin, özellikle genç nesillerin eğitiminde kullanamamış olması büyük talihsizliktir. Çoğu Türkiye'de öğrenim gören, bu esnada ülkemizdeki sol ve Marksist örgütlerle sıkı temas kurarak etkilenen genç Kıbrıslılar, Ada'ya dönüp bürokraside ve eğitim kurumlarında yer aldıklarında, görevlerini ideolojileri doğrultusunda yapmaya çalıştılar ve bunda büyük başarı sağladılar. Batılı bazı merkezlerin ve NGO'ların, Avrupa Birliği fonlarından yararlanarak Türk kesiminde yürüttükleri çalışmalar bağlamında, Avrupa ve ABD'ne götürülen gençler özel şekilde eğitildiler, yetiştirildiler. Annan Plânı'nın referanduma sunulması sırasında Ada'dan yansıyan görüntüler, toplantılarında Türk bayrağının ısrarla taşınmaması, kullanılan sloganlar eğitim alanında yapılan yanlışlarla birlikte bu çabaların somut sonuçlarıdır.

1974 sonrasında gelişmelerin bu noktaya gelmesinden Sayın Rauf Denktaş'ın büyük üzüntü duyduğunu yakından biliyorum. Geçen yıl kalabalık bir heyetle ziyaretlerine gittiğimizde, eğitim konusunda, elinde zaman ve imkân varken, gerekenleri yapmamış olmaktan mustarip olduğunu ve ortaya çıkan durumdan büyük üzüntü duyduğunu kendilerinden dinlemiştim. Ancak tarihi geriye çevirmek ve yeniden yaşamak kabil değildi ve kader hükmünü icra ediyordu.

Denktaş gibi, bütün benliğiyle ve ruhuyla davasıyla özdeşleşmiş, bütünleşmiş bir millî liderin emekli olması, köşesine çekilmesi, Yılan Adası'nda balıkları izlemesi elbette mümkün değildir.

Kıbrıs meselesinin yeni gelişmelerin ışığında olduğu bir dönemde O'nun eskisine nazaran daha etkili bir rol oynaması kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü şimdiye kadar çözüm sağlanamamasını Denktaş'ın olumsuz etkisiyle izah eden iç ve dış çevreler için artık bu gerekçe söz konusu olmayacaktır.

Annan Planı'nın referandum sürecinde basınımızdaki bilinen çevrelerin estirdikleri iyimser rüzgarların, çizilen pembe tabloların geçerliliği hızla kayboluyor. Avrupa Birliği Papadopulos'a karşı hiçbir ciddî girişimde bulunmadan meselenin çözümünü Türkiye'den beklediğini giderek yükselen bir tarzda "tebliğ" ediyor. ABD birkaç göstermelik jestin dışında seyirci kalmayı uygun buluyor. Papadopulos Rumların uzlaşmaya yanaşmayan "kötü adamı" görüntüsünden büyük haz duyduğunu her vesileyle ortaya koyuyor. EOKA terör örgütünün kuruluşunun 50.nci yıldönümünü büyük törenlerle kutlayan Rumların adil ve rasyonel bir uzlaşmaya razı olacaklarını bizim kartel medyasından başka kimse beklemiyor.

Türkiye 3 Ekime doğru gerçeklerle yüzleşmek, tarihî anlam taşıyacak kararlar almak mecburiyetinde. Gümrük Birliği'nin Rumlara teşmilini, yoruma açık "ihtirazi kayıtlarla" kabul etmeye yönelik niyetlerimiz, Avrupa Birliği'nin itirazlarıyla uygulanma şansı bulamıyor. Buna karşılık Rumların baskısıyla, Ankara Antlaşmasının sadece kağıt üzerinde genişletilmesinin yeterli olmayacağı, limanlarımızın 3 Ekime kadar Rum gemilerine açılması gerektiği görüşü benimseniyor. Böylece Rumların resmen tanınması ve Kıbrıs'ın hukuki temsilcisi konumunda kabul edilmesiyle "ver de kurtul" mantığı geçerli olacağından Kıbrıs konusu sonuçta "çözümlenmiş" sayılacak. Başka bir ifadeyle farklı bir gelişme olmadığı taktirde, Girit ve benzeri konularda olduğu gibi meseleye "nokta" konulacaktır.

Resmî görevinden ayrılan Rauf Denktaş, üniformasını çıkararak Erzurum Kongresi'ne katılan Mustafa Kemal'in misyonunu andıran tarihî bir karar arifesindedir. Yaşı ve fizikî durumunun doğal olarak handikap oluşturmasına mukabil, yarım yüzyılı aşan tarihî mücadelesiyle, birikimi ve tecrübesiyle, bir kısım aydınımızı saymazsak, milletimizin gönlünde müstesna bir yeri bulunan karizmatik bir şahsiyettir. Çözüm adına sunulan önerilere yaptığı itirazlar dolayısıyla uğradığı eleştiriler, şimdi tersine dönmek üzeredir. Türkiye'li aydınların sözcülüğünü yaptıkları M.Ali Talat'ı iktidara taşıyan bütün görüş ve iddialar kaçınılmaz olarak gerçeklerle yüz yüze geleceklerdir. Bu tarihi dönemeçte hataların bozguna ve teslimiyete dönüşmesini önlemek amacıyla yapılacak girişimlerin liderliğine en uygun isim Rauf Denktaş'tır. Üstelik 1974'den sonra etrafını saran ve hissi sebeplerle sıyrılıp çıkamadığı yanlış insanlardan, sakıncalı tiplerden ve safralardan kurtularak özgün kişiliğiyle başbaşa kalarak rahat ve bağımsız hareket etme şansını bulmuş oluyor.

Üniformasını çıkarmak M.Kemal Paşa için bir zaaf ve noksanlık değil tam tersine milletle bütünleşmesini sağlayan yeni ve zinde bir çıkış olmuş, Millî Devlet'in kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

Sayın Denktaş Kıbrıs davasında son yarım yüzyıla damgasını vuran hizmetleriyle gerçek bir kahramandır. Bunun tersini iddia edenlerin bir kısmının amacı ve niyeti bellidir. Mustafa Kemal'in her dönem için geçerli olan "gaflet, dalâlet ve hıyanet" tiplemesi bağlamında üçüncü gruptaki bu insanlarla ne Türkiye'nin temel millî meselelerini, ne de Rauf Denktaş'ı tartışmanın yararı yoktur. Ancak olayları doğru yorumlayamamaktan, yeterli bilgi ve iletişim imkânına sahip olamamaktan kaynaklanan daha masumane sebeplerle Denktaş'ı suçlamaya kalkışmak haksızlıktır, vefasızlıktır. O'nun şimdiye kadar yaptığı hizmetlerin derecesi, niteliği ve etkisi ne olursa olsun, yeni başlayan dönemde üstlenmesi gereken misyon bunların tümünden çok daha büyük ve önemli olacaktır.

Uluslararası konjonktür ve Türkiye'ye yapılan dayatmalar, Kıbrıs'ta Rauf Denktaş'ın önderliğinde tarihi nitelikte bir uyanış hamlesine elverişli zemin hazırlamaktadır. Batılılar Papadopulos'un sözcüsü olduğu Hellenizmin, bağnaz ve saldırgan Yunan milliyetçiliğinin 1981'den itibaren dizginlenmesi mümkün olmayan iddia ve taleplerini kışkırtıyorlar. Birleşmiş Milletler ilkelerine, insan haklarına uygun adil bir çözümü imkânsız kıldıklarını görmeye yanaşmıyorlar. Rumlar Avrupa Birliği'ne katılmaları dahil, Avrupa'nın uluslararası ilişkilerdeki standartlarının dışında özel muamele görmekte olmanın alışkanlığıyla, Ada'nın tamamını elde edecekleri tavizleri bir an önce koparmak için çalışıyorlar. Bu ortamda hem Kıbrıs'lı Türkler hem de Türkiye'li aydınlar gerçekleri görmek, kesin bir karar vermek zorundadırlar. Artık olayları diledikleri şekilde yorumlayarak, ters yüz ederek, aslı olmayan parlak gelecek vaadiyle gözleri kamaştırarak günü geçiştiremezler.

Rumların egemenliği altında "genişletilmiş azınlık hakları"na sahip, hızla eriyen bir topluluk mu, kendine güvenen, imkân ve kabiliyetini harekete geçirme kararını uygulamaya koyan, azimli ve inançlı, millî kimliğinin bilincinde olan saygın bir toplum mu?

"Neymiş Millî Çıkar ?" sorusuyla esas tercihlerini her vesileyle açıklamaktan kaçınmayan "paşa torunları" demagoji ve safsatalarla zihinleri karıştırmaya devam etseler bile, gerçekler inkârı mümkün olmayan bir açıklıkla gündemdeki yerlerine oturuyorlar. Başbakan Oslo ve İstanbul'da Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi bölmeye ilişkin taleplerinden söz etme mecburiyetini duyuyorsa, bunun anlamını kimse tevile kalkışmamalıdır. Türkiye'nin önünde tehdit boyutu giderek genişleyen, yoğunlaşan, doğrudan güvenlik ve bütünlük meselesi haline gelen tehlikeli bir süreç var. Kıbrıs bu kritik ortamın başlıca eksenlerinden birisi, belki de en güncel ve somut olanı. Rauf Denktaş Türklerin yaşama kavgası verdikleri l964'lerde botla Ada'ya geçerek direnişin simgesi haline gelirken, ana hatlarıyla Kıbrıs'ta ve burada yaşayan Türklerle sınırlı bir millî davanın bayraktarlığını yapıyordu. Oysa şu anda sadece Ada'daki Türklerin değil, bütünüyle Türk milletinin geleceği ve 21.yüzyıldaki kaderi söz konusudur.

Kıbrıs'ta Rauf Denktaş'ın önderliğinde başlayacak olan uyanış hamlesi Ada ile sınırlı kalmaz, milletimizi çepeçevre kuşatan, düşünme ve hareket kabiliyetimizi körelten prangalardan kurtulmamızın kapılarını açar. Bu tarz bir silkinişe tarihimizin hiç bir döneminde şimdiki kadar ihtiyacımız olmamıştır.