IRAK LÜBNANLAŞMAMALI

Nuri GÜRGÜR Türk Yurdu Dergisi (Mayıs 2003)

Irak'ta savaş bitti; ancak Saddam'ın yönettiği BAAS rejiminin yıkılmasının çözüm anlamına gelmediği, asıl meselenin bundan sonrası olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor. ABD dünyadaki büyük muhalefete rağmen, operasyonu gerçekleştirdi. Askerî ve teknik üstünlüğünü kullanarak en az kayıpla en erken sürede sonuç almayı başardı. Saddam'ın direnmesiyle ilgili tahminler tutmadı; ne Bağdat Stalingrad oldu, ne de Iraklılar Vietnam'ı hatırlatan bir tepki verdiler. Amerikalılar güneyde birkaç mevzi direnişin dışında, özellikle Bağdat ve çevresini hiç ummadıkları kadar kolay ele geçirdiler. Bunda hangi faktörlerin rol oynadığı henüz bilinmiyor; yahut başta yetkili Amerikan makamları olmak üzere bilenler tarafından açıklanmıyor. Ancak ortada büyük anormalliklerin bulunduğu aşikâr. Saddam ve ailesinin akıbetinin günlerdir belirsiz kalışı, yakın ve güvenilir çevresinin, üst düzey komutanlarının yanı sıra, on binlerce Cumhuriyet Muhafızı askerinin dünya savaş tarihinde görülmeyen bir tarzda kayıplara karışmasının mantıkî bir izahı yapılabilmiş değil. ABD'nin bölgede askerî ve teknik imkânları seferber etmekle kalmadığı, doların gücünü gerekli yerlerde etkili şekilde kullanarak muhataplarının zaaflarından azamî şekilde yararlandığı anlaşılıyor. Ancak bunun da ötesinde, bazı üst düzey Iraklı yöneticilere cazip hayat şartları ve huzurlu bir gelecek sunulmuş olmasına ilişkin bilgilerin yakın gelecekte ortaya çıkması sürpriz olmamalıdır.

ABD'nin yeni yapılanma sürecinde karşılaştığı ilk ciddî problem Şiîlerden kaynaklanıyor. Yıllardan beri Irak'la ilgili çalışmalar yapan, Ulusal Güvenlik Stratejisi bağlamında bölgeye yeni bir siyasî model getirmeyi plânlayan Amerikalı stratejistlerin çok ayrıntılı projeler düzenlemiş olmalarına rağmen, Irak Şiası konusunda ciddî bir yanılgı içinde bulundukları ortadadır. Saddam'ın yıllarca ezdiği ve Irak halkının en az % 60'ını teşkil eden Şiîler, tahminlerin aksine ABD askerlerine bir kurtarıcı olarak kucak açmadılar. Bu insanlar derinliğine ve genişliğine etkili bir örgütlenmeye sahip olduklarını her vesileyle ortaya koyuyorlar. Kerbelâ'da derin bir vecd ve coşkuyla yürüyen, mezhep ritüellerini heyecanla yerine getiren milyonlarca Şiî, aslında klâsik anma töreninin ötesinde, başta ABD olmak üzere bütün ilgili ülkelere ciddî mesajlar sundular. Örneği daha önce İran'da görülen tarzda, dinî referanslara dayalı, Şiî din adamları tarafından yönetilen kitlelerin Washington'da belirlenen stratejilere rıza göstermeleri beklenemez. ABD'nin yeni Irak yönetiminin başına tayin ettiği Garner'in kuzeyde Barzani ve Talabani aşiretlerinden gördüğü hüsnü kabulü, Şiî ve Sünnî Araplardan görmesi mümkün değildir. ABD yıllardan beri Irak'taki Kürtlere etnik ve politik kimlik kazandırmak suretiyle bölgede kendine bağlı güvenilir bir müttefik unsur oluşturmaya çalışıyor. Bu amaçla 36. paralelin kuzeyine on yıl süresince önemli maddî imkânlar ve çeşitli destekler sağladı. Hatta beş bin civarında Peşmerge'yi Amerika'ya götürerek özel bir eğitime tâbi tutmak suretiyle, gelecekteki bürokratik yapının insan unsurunu hazırlamaya çalıştılar. Tezkere kriziyle Türkiye-ABD ilişkilerinde meydana gelen ciddî çatlama, Washington'u Türkler konusunda daha ileri adımlar atmaya sevk etmiş görünüyor. Şu anda ABD yetkililerinin kafasında Kürtler Irak'taki yeni yapılanma sürecinde güvenilir ortak konumundadır. Bu görüntü Barzani ve Talabani'ye cesaret veriyor, Türkiye'ye karşı daha pervasız ve bağımsız bir tutum izlemeye yöneltiyor. Barzani'nin "Irak'taki zaferimizin % 90'ı Türk askerinin bölgeye girmemesidir" sözleri, bu rahatlığın ve durumdan duyduğu memnuniyetin ifadesidir.

ABD'nin Irak halkının ancak % 15'ini oluşturan Barzani ve Talabani aşiretlerinden ibaret bir toplumsal tabana dayanarak, amaçlarına ulaşması, muhayelesindeki siyasal, toplumsal, ekonomik yapılanmayı sağlaması imkânsızdır. On yıl öncesinde filizlenen Kürt muhabbetinin etkisi altında yanlış bir rotaya sapması hâlinde bölgede ciddî huzursuzlukların ve hatta çatışmaların doğması kaçınılmazdır. Çünkü güçlü bir örgüt yapısına sahip Şiî Araplar ile önemli bir yönetim tecrübesi bulunan, ABD'den nefret eden Sünnî Arapların genel nüfus içindeki oranı % 80'i bulmaktadır. Bu Arap kitle aralarındaki mezhep farklılığından kaynaklanan ayrılıkları olabildiğince telâfi etmeye, aynı topraklarda yaşamaktan, müşterek bir kaderi paylaşmaktan kaynaklanan birlikteliklerini etnisite bilinciyle pekiştirerek gelecekle ilgili müşterek plânlar hazırlamaya çalışmaktadırlar. Bu vataniyye duygusunun güçlenmesine paralel olarak geniş toplum kesimlerinde Amerikalıların Irak'ı en kısa sürede boşaltmaları ve siyasî gelecekleriyle ilgili kararları kendilerinin vermesi görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır. Her geçen gün siyasal bilinci güçlenen, vataniyye duyguları derinleşen bu Arap unsurun, özellikle petrol gelirlerinin Barzani, Talabani aşiretlerinin kontrolüne bırakılması anlamını taşıyacak ve sonuçta Irak'ın bölünmesine yol açacak Amerikan projelerine sıcak bakmayacağı aşikârdır.

Bu genel görüntünün yanında bir de Türkmenlerin durumu var. Irak Türklerinin genel nüfus içindeki yoğunluğu ABD tarafından ısrarla küçümseniyor; iki üç yüz binden fazla kabul edilmiyor. Dolayısıyla Washington Türkmenlerin kurucu unsur olarak yeni yapılanma sürecinde yer almalarına sıcak bakmıyor. Oysa Irak'ta en son 1957'de yapılan nüfus sayımı esas alındığında, Türklerin iki buçuk milyondan fazla bir varlığa sahip bulunduğu açıkça görülmektedir. Irak'ın yeni statüsünün sağlıklı ve huzurlu bir ortam sağlamasının temel şartı, bu ülkede yaşayan topluluklar arasında adil ve dengeli bir temsil imkânının sağlanmasıdır. Amerika, Kürtlerin ve Arapların etkisiyle Türkmenlerin varlığını görmezlikten gelmek suretiyle vahim bir hata yapıyor. İki üç milyonluk bir kitlenin mevcudiyetini, kültürel konumunu görmezlikten gelmek, batılıların çok sık kullandıkları insan hakları kavramına ve kültürel hakların tanınmasına ilişkin temel ilkelerine tamamıyla aykırıdır. Türkmenlerin yeni yapılanmada hakları olan konumu kazanmamaları hâlinde ne Irak'ta, ne de bölgede huzur, barış ve istikrar kesinlikle sağlanamaz. Bu problemin çözümü aslında hiç de zor değildir. Gerek Türkmenlere ve gerekse Irak'ta yaşayan diğer topluluklara adil ve vicdanî bir statü belirlemenin tek yolu vakit geçirilmeden uluslar arası gözetim altında, sağlıklı bir nüfus sayımının yapılmasıdır. Hazırlanacak anayasa demografik yapı dikkate alınarak belirleneceğinden, bütün tarafların duruma rıza göstermeleri suretiyle huzurlu bir ortamın sağlanması mümkün olabilir.

Bu yapılmadan Türkmenleri küçük bir azınlık var saymak, Asurî ve Kerdanilerle aynı grupta değerlendirmek, siyasal ve anayasal hakları kurucu unsur bağlamında sadece Araplar ve Kürtlere sunmaya çalışmak adil ve hukukî olmadığı gibi rasyonel de değildir. İki milyondan fazla insanı kurucu unsur kabul etmeyerek yönetimde temsil organlarından dışlamak gerginliklere yol açar. Muazzam askerî gücüne ve teknolojik, ekonomik imkânlarına mukabil doğru politikalar üretmekte çok başarılı olamayan, bu hususta çok sık hatalar yapan ABD, bu defa doğru yolu bulup, izlemelidir. Aksi taktirde şimdiden beliren huzursuzluklar, gerginlikler hızla tırmanıp etnik ve dinî çatışmalar kaçınılmaz hâle gelir; neticede bölge kısa bir süre sonra Lübnanlaşır.

Türkiye genelde Irak konusunda, özelde Türkmenlerle ilgili politikalarında şimdiye kadar pek çok hatalar yaptı. Ancak şu anda bunların bilânçosunu çıkarmak birinci önceliğimiz değildir. Bundan sonrasına bakmalıyız, ne yapılmasına ilişkin soruların cevabını bulmaya çalışmalıyız. Mevcut politik şartlara, içinde bulunduğumuz imkânsızlıklara, ABD ile soğuyan ilişkilerimize rağmen biraz gayret ve beceri ile yapabileceğimiz çok şeyler var. Bunların çoğu büyük maddî imkânları gerektirmiyor. Başta ABD ve AB üyesi ülkeler olmak üzere, milletler arası alanda ülkemize yöneltilebilecek tepkilere yol açmadan, iyi organize olarak, doğru ilişkiler kurarak ve mantıkî açıklamalar yaparak başarılı sonuçlar alabiliriz.

Bu anlayış çerçevesinde Türk Ocakları Genel Merkezi olarak önemli saydığımız bazı tespitler yaptık; bunları ilgili makamlara sunmak amacıyla bir görüşme süreci başlattık. Türk-İş, Türk-Metal, Sağlık-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, Ankara Ticaret Odası, Ahmet Yesevî Vakfı, Aydınlar Ocağı gibi ülkemizin önde gelen sendika, vakıf ve dernek yöneticileriyle istişare ederek oluşturulan görüş ve düşüncelerimizi bu kuruluşların yöneticileriyle birlikte, son bir hafta zarfında Cumhurbaşkanımıza, Dışişleri Bakanımıza ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterine vaki ziyaretlerimizde anlatmak imkânını bulduk. Görüşmelerimizin çok faydalı olduğunu büyük memnuniyetle müşahade ediyoruz. Çünkü Irak'taki gelişmeler ve burada yaşayan Türkmenlerin durumu, Türkiye için millî, hissî ve manevî bir anlam taşımanın ötesinde doğrudan ülkemizin geleceğini, millî bütünlüğünü, üniter yapısını çok yakından ilgilendiren son derece önemli stratejik ve politik bir konudur. Türk Ocakları Genel Merkezi'nin, ülkemizin en etkili sivil ve meslekî toplum kuruluşlarıyla oluşturduğu plâtform, millî bir görevi yerine getirmenin bilinci içerisinde bu çalışmaları sürdürmeye çalışacaktır. Türkiye'nin içinde bulunduğu kritik süreçte, problemlerimize çözüm bulunmasında bu anlamlı dayanışmadan kaynaklanan çabaların etkili olacağına ve yararlar sağlayacağına inanıyoruz.