MİLLETİMİZE AÇIK MEKTUP
Millî Eğitim Bakanlığı liselerde edebiyat ve tarih müfredatında köklü değişiklikler yapmaya hazırlanıyor. Lise edebiyat kitaplarından divan edebiyatının çıkarılacağına ilişkin haberler geniş yankı uyandırdı. Tepkiler üzerine Bakan Bostancıoğlu, tevil edici açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Ancak ilk çıkan haberler aslında gerçeği yansıtıyordu; Bakan'a dayanılarak yazılan ve "failatün devri bitiyor" başlığıyla verilen haberde, "İslâm kültürünün ortak özelliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars etkisi taşıyan divan edebiyatı yerini çağdaş edebiyata bırakacak" deniliyordu. Birgün sonra yapılan açıklamada ise hazırlanan projenin kültürel içeriğine, zihniyetine ve doğuracağı etkilere değinilmekten özenle kaçınılıyor ve "edebiyat kitaplarında İslâm öncesi Türk Edebiyatı ve İslâm sonrası Türk Edebiyatı diye bir ayrım var, oysa ki Türk milletinin milâdı Cumhuriyet'tir o nedenle Cumhuriyet'ten önce ve sonraki Türk Edebiyatı diye bir başlangıç yapacağız" denilerek projeye uygun bir kılıf bulunmaya çalışılıyordu.
Bu tartışmalar sırasında dikkatler edebiyat müfredatı üzerinde toplandığından, aynı günlerde lise tarih kitaplarında da yeni düzenlemelere gidileceği ve "şoven tarih anlayışından ve milliyetçi saplantılardan" uzaklaşılarak yakın dönemlere ağırlık veren, çağdaş ve demokratik bir üslubun benimseneceği yolundaki haberlerin üzerinde fazla durulmadı.
Millî kültürün üç önemli ayağını oluşturan edebiyat, dil ve tarih konularında Millî Eğitim Bakanlığı'nın uygulamaya hazırlandığı projeler, millet hayatımız açısından fevkâlâde büyük önem taşıyor. Sayın Bakan'ın meselenin önemini ve doğacak sonuçları ne derece idrak edebildiğini bilemiyoruz; ama Türkiye'de eğitim yoluyla radikal bir kültürel değişim ve dönüşüm meydana getirmek, yeni bir toplum yapısı kurmak niyeti açıkça farkedilmektedir. Bu yeniden yapılanma çabalarının merkez üssü Millî Eğitim Bakanlığı'dır. Üç yıldan beri burada meydana gelen gelişmeler Bakanlığın beyni konumundaki "Talim-Terbiye Heyeti" nin kararları ve bunlara dayalı uygulamalar alt alta sıralandığında çok ilginç bir resim ortaya çıkıyor.
Önce ders kitaplarının dili çok kesin kurallara bağlandı. Uzun bir liste düzenlenerek yüzlerce kelimenin kitaplarda kesinlikle yer alamayacağı, bunların bulunduğu kitapların içeriğine bile bakılmaksızın reddedileceği hükme bağlandı. Bu kelimelerin ekserisi uzun yüzyıllar boyunca dilimizde kullanılan, milletimizin benimsediği, kültürümüzün inşa aracını teşkil eden kelimelerdir. Fikir, hakikat, hayat, hukuk, hür, hürriyet, ilim,isim, medenî, memleket, millet, millî, milliyetçi, milliyetçilik, örf, nutuk, sabır, tabiat, terbiye, vatan gibi kelimelere konulan"yasak", tam anlamıyla bir dil katliâmıdır; kültürel bir vahşet olayıdır. Milletimizin yüzyıllar boyunca yaşayışını, mücadelesini, duygularını ifade ettiği "araç" lardan yoksun bırakılmak istenmesi, tarih ve kültürümüzle köprülerin atılması anlamına gelir. Bu girişimin Atatürk'ün arkasına saklanılarak yapılmaya çalışılması ise ucuz bir "tülûat", "kaba bir açıkgözlülük" tür. Çünkü Atatürk'ün "Türkçe yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır" sözünü, yapılmak istenen dil katliamına gerekçe göstermeye çalışmak, O'nun icraatlarının temel karakterini ve nihâî amacını oluşturan "millî" mülahazaları, "millîci" hassasiyetleri inkâr anlamına gelir. Dil konusunda kısa bir dönem yapılan denemeyi esas alanların, Atatürk'ün vefatından önceki son üç yılında yaptığı konuşmaları, kullandığı dili görmezlikten gelmeleri samimiyetsizliğin açık belgesidir.
Medenî ve gelişmiş milletler arasında millî kültürleriyle bağlarını koparmayı devletin resmî politikası şeklinde uygulamaya çalışan bir örnek daha gösterilebilir mi?
Milli Eğitim'in temel hedefleri ve amaçları değişmediğine göre nasıl bu derece pervasız olunabiliyor?
Bakanlığın üst kademelerini kontrolleri altına almayı başaran ve Talim-Terbiye Heyeti gibi bir kurulu diledikleri şekilde kullanabilen bu grup gücünü nereden alıyor?
Kısa bir süre önce Millî Eğitim Bakanlığı'nın üst kademelerinin MHP'lilerce doldurulduğu ve Bakanlıkta Ülkücü kadrolaşma yapıldığına ilişkin haberlerin, taktik amacının ne olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Metin Bostancıoğlu'nun öncelikli konularının eğitimin kalitesi, niteliği, amacı ve etkinliği gibi hususlardan ziyade, politik pozisyonlarla sınırlı olmasının izahı yapılabilse bile, milletin ve devletin kaderini doğrudan ilgilendiren hayatî bir konunun ideolojik ve politik yapıları, zihniyetleri, niyetleri kimsenin meçhulü olmayan bir gruba terk edilmesinin makul bir gerekçesi olamaz.
İşe Türkçe'yi budamakla başlayanlar organize şekilde ve çeşitli resmî kurumlardaki yandaşlarından da yararlanarak sonunda dilimizi kabile diline çevirmeyi geniş ölçüde başarmak üzereler. Böylece sadece edebî kaynaklarımızla değil, dil ve edebiyat vasıtasıyla günümüze aktarılması gereken millî kültürümüzle de irtibatlar koparılıyor. Yarım yüzyıllık bir süreçte eskiyen, anlaşılmaz hale gelen edebî ve kültürel birikimlerden yararlanamayan genç nesilleri, nasıl bir zihnî sığlığa mahkûm ettiğimizi acı acı düşünmek mecburiyetindeyiz. Bir taraftan yabancı dil eğitiminin yol açtığı tahribat, diğer taraftan devletin eğitim politikası haline dönüştürülmek üzere olan dil ve kültür kırımı sonucunda Türkçe ölüyor, öldürülüyor; kültürümüz çökertiliyor. Bu durumu başarı sayan, çağdaşlık ve ilericilik şeklinde yorumlayan belirli kesimlerin ikna edilmelerinin mümkün olmadığı ortadadır. Ancak Türkiye bu "sömürge aydınları"ndan mürekkep bir toplum değildir. Ülkemiz bunların işgaline terk edilmeyecek derecede azizdir, değerlidir.
Talim-Terbiye Heyeti'nde büyük beceri ile oluşturulup Bakanlığın icra organları aracılığıyla uygulamaya konulan kararların bir de siyasî sorumluları ve sorumlulukları vardır. Hükümet kompozisyonuna göre politik sorumlu sadece bir parti değildir. Millî Eğitimin anlamı, amacı ve niteliği burasına stratejik bir önem kazandırır. Dışişleri, İçişleri, Kültür ve Millî Savunma Bakanlığı gibi hükümet organları teknik özellikleri ağır basan diğer bakanlıklardan daha farklı konuma sahiptirler. Bu sebeple koalisyon yönetimlerinin müşterek sorumluluk alanlarını oluştururlar. Başka bir ifadeyle, koalisyon hükümetlerinin kültür, eğitim, adalet, savunma, mülkî idare gibi temel politikalarında sürdürmek mecburiyetinde oldukları birlikteliğin çerçevesi bu bakanlıkların icraatlarıyla oluşur.
Çağdaş edebiyatımızı öğreteceğiz ve hatta dilimizi arındırmak suretiyle zenginleştireceğiz iddialarıyla yürütülmek istenen kültür ve eğitim politikalarının koalisyon ortaklarının siyasî görüş ve felsefeleriyle ne derece örtüşebildiği titizlikle değerlendirilmelidir. Hatta bunu yapmanın tam zamanı olduğu söylenebilir. Çünkü zaman süratle geçiyor, hükümet üçüncü yılını tamamlamak üzere. Hükümet ortakları halen uygulanmaya çalışılan kültür ve eğitim politikalarının, düşünce ve zihniyetleriyle, dünya görüşleriyle, ideolojik tercihleriyle ne derece uyumlu olduğunun muhasebesini şimdi yapmazlarsa, bu tavır, uygulamaların benimsendiği ve kabullenildiği anlamına gelecektir. Bir yıl sonra yapılacak itirazlar, tenkitler ve hatta suçlamalar sonucu etkilemeyeceğinden hiçbir yararı olmayacaktır.
Çağdaş şair ve yazar olarak sunulmak istenen, ortaokullardan başlanarak Türkçe kitaplarına özenle yerleştirilen isimlerin ekserisinin politik ve ideolojik kimliği, ne yapılmak istendiğinin somut belgesidir. Bir kaç yıl önce uygulamaya konulan sistem çerçevesinde ortaokullarda millî tarih ve millî coğrafya dersleri sosyal bilgiler şemsiyesi altında geniş ölçüde kırpılmış, güdük ve etkisiz bir duruma getirilmiştir. Bundan sonra "şoven tarih anlayışından kurtuluyoruz" denilerek, liselerde de benzer uygulamalar gerçekleştirilirse, genç nesiller telafisi imkânsız bir tehlikenin kucağına atılacaklardır.
Sayın Bostancıoğlu tarihimizin milâdının Cumhuriyet olduğunu ilân ediyor. Bu görüş hiçbir bilimsel anlamı olmayan, sosyolojik değer taşımayan, tarih ve kültür hayatımıza yüzde yüz aykırı keyfi bir tavra resmilik kazandırmak anlamını taşıyor. Çünkü bu iddiayla Cumhuriyet'in sahiplendiği kültürel, sosyal, tarihî ve siyasî miras, dayandığı temeller, kaynaklar kaba bir politik ve ideolojik tavırla inkâr edilmektedir. Ancak sosyal bir vakıanın yok farzedilerek ortadan kaldırılamayacağı denemelerle sabittir. Pekçok kurumlarımızın, mevzuatımızın, hatta bize milletlerarası alanda ekonomik ve sosyal yükümlülükler ve haklar sağlayan antlaşmaların Osmanlı'dan devr alındığını söylemek Cumhuriyet'in yerini, önemini ve değerini asla azaltmaz; tersine tarih ve kültür zenginliğimizin ifadesi olması hasebiyle ona güç kazandırır.
Bütün dünyayla birlikte küreselleşme olarak adlandırılan ekonomik, sosyal ve kültürel bir anaforla karşı karşıyayız. Bunun özellikle kültürel alanlarda ortaya çıkardığı yozlaştırıcı ve kurutucu etkileri asgariye indirmek, sağlam bir medeniyet zenginliğine, kültür varlığına sahip ülkelerin birinci problemidir. Çünkü bu alanda ortaya çıkan sonuçlar ülkelerin güvenliğini, geleceğini, toplumun huzurunu doğrudan etkilemektedir. Gelir dağılımındaki büyük adaletsizlikler, dengesizlikler, sosyal ve kültürel alanlardaki sert mücadeleler, milletlerarası plânda büyük huzursuzluklara sebep olmakta, dünya her geçen gün yoğun ve acımasız bir yarışma alanına dönüşmektedir. Bu şartlarda kültürüne sahip çıkamayan, tarih bilincini yitiren, dilini kaybeden toplumların bağımsızlıklarını sürdürmeleri şansları kesinlikle yoktur.
Kısa bir süre öncesine kadar Türkiye'ye kurtuluş reçetesi olarak Baas tipi sosyalist diktatörlükleri, örnek olarak da Sovyetler'i sunmaya çalışanların şu sıralarda kafalarına geçirdikleri şapka, yakalarındaki rozet ne olursa olsun zihniyetleri ve niyetleri hiç değişmemiştir. Bütün mesele basit ve kaba slogancılığın, ucuz tülûatçılığın metod olarak benimsendiği keyfi uygulamaların, esas mahiyetiyle teşhis edilerek, bu pervasızlığa "dur" diyecek siyasî iradenin, kararlılığın ve basiretin bir an önce gösterilmesidir.