FAZİLET PARTİSİNİN ÖNCESİ VE SONRASI ÜZERİNE

Nuri Gürgür (Türk Yurdu Dergisi,Temmuz 2001)

Anayasa Mahkemesi Fazilet Partisi'nin kapatılmasına ilişkin dâvayı sonuçlandırdı ve parti "Eylemleriyle lâikliğe karşı odak hâline dönüştüğü" gerekçesiyle kapatıldı. Karar içerde ve dışarda çok tartışılacak ve önemli siyasî gelişmelere yol açacaktır.

Aslında kapatma kararı kimse için sürpriz olmadı. Sadece hükmün "kapatılan bir partinin devamı olma" gerekçesine dayandırılmasını bekleyenler yanılmış oldular.

Fazilet Partililer her ne kadar kapatılmayı beklemediklerini sık sık vurgulasalar bile, bu sonucu aylar önce kabullenmişler ve karar sonrası sürecin tanzimiyle ilgili hazırlıklarına başlamışlardı. Yeni parti kurma çalışmalarının üç ayrı merkezde sürdürüldüğü kimsenin meçhulü değildi. Meclis grubu aylardır ikiye bölünmüştü. Hayati önem taşıyan konularda bile karar beraberliği sağlanamıyordu. Kapatılan bir partinin devamı olduklarını suçlamasına rağmen Necmettin Erbakan'ın "esas lider" havalarında yurt içi gezilerini yoğun şekilde sürdürmesi, parti içi hâkimiyetini kimseye kaptırmama kararlılığını gösteriyordu. Ayrılık son büyük kongre'de doruğa çıkmış, "yenilikçiler" diye anılan grubun adayı Abdullah Gül, Genel Merkez'in bütün engellemelerine rağmen genel başkanlık seçimini ufak bir farkla kaybetmişti.

Refah Partisi 1998 yılının ilk ayında Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılırken Fazilet Partisi'nin kurulması hiç de zor olmamıştı. Yasal sakıncalar sebebiyle, her ne kadar Refah'ın devamı olmadıklarını belirtmeye özen gösterseler de, cümle âlem Fazilet'in otuz yıllık bir siyasî felsefenin, görüş ve düşünce geleneğinin temsilcisi olduğunu biliyordu. 1970'li yıllara girilirken Milli Nizam Partisi olarak siyasî hayatımızda yer alan hareket, üç defa kapatılmış, ancak her seferinde yeni bir isim altında devamlılık sağlamayı başarmıştı. Başka bir ifadeyle MNP den Fazilet Partisi'ne kadar uzanan bu siyasî hareketin güçlü toplumsal mesnetleri ve seçmen tabanı mevcuttur. Bu sebeple yargı kararlarıyla siyasî hayatının bitirilmesi, hiçbir zaman sosyo-politik anlamda dağılma sonucu doğurmadı.

Hareketin başından itibaren siyasal ve fikri lideri Necmettin Erbakan'dı. Fazilet Partisi genel başkanlığına getirilen Recâi Kutan'ın geçici ve emanetçi olduğu, siyasî yasaklılığının sona ermesiyle birlikte makamın Erbakan'a devredileceğinden kimsenin şüphesi yoktu. Kişilik ve mizaç olarak kibar, nazik ve uyumlu bir insan olan ve siyasî bir ihtiras taşımadığı bilinen Recâi Kutan'ın Erbakan'ın Balgat'taki konutundan yaptığı müdahalelerden zaman zaman büyük rahatsızlık duyduğu, ancak bu konuda fazla bir şey yapamadığı parti çevrelerinin meçhulü değildi. Anayasa Mahkemesi'nin kararının en önemli dayanağı gösterilen Merve Kavakçı'nın Erbakan ailesinin tensip ve ısrarıyla sağlanması bu etkinin somut bir örneğidir.

Fazilet Partisi mahkeme kararından çok önce fiilen bölünmüştü. Erbakan'ın otuz yıllık yönetim tarzı, siyaset anlayışı ve üslûbu açıkça tartışılıyor, artık bir kenara çekilmesi gerektiği giderek yükselen tonda ifade ediliyordu. Eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adı alternatif arayışların odağı hâline gelmişti. O'nun yasaklı olması bile adı etrafında oluşan beklentilerin giderek yoğunlaşmasını engellemiyordu. Bütün bu gelişmeler, problemin sıradan yönetim çerçevesinin dışına taştığını gösteriyordu; doğrudan hareketin felsefesinin , siyaset ilkelerinin, metod ve üslûbunun sorgulandığı temel kırılma süreci yaşanıyordu. Parti'nin en etkili muhitlerinde geleneksel tarzda politikalarla iktidar olunamayacağı ve sistemle sürekli kavga hâlinde bulunmanın siyasetten dışlanarak çevreye itilme sonucu doğurduğu konuşuluyordu. Buna mukabil Fazilet Partisi'nin "meşruiyet problemi" yaşamadığına inanan ve "gelenekçi" olarak tanımlanan kesimdekiler, bu tepkileri lidere "saygısızlık" ve "vefasızlık" şeklinde yorumluyorlar; klasik tarzlarını sürdürerek siyasî varlılarını koruyacaklarına inanıyorlardı. Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin gelişmesi, demokratikleşme konusunda atılan adımlar Erbakan ve çevresindekilerin cesaretlerini artıran faktörlerdir. Bir zamanlar "Batı klubü" diye aşağıladıkları AB gidecek siyasî geleceklerinin güven unsuru hâline gelmişti. Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin olarak A.İ.H.M'de açtıkları dâvanın sonucunu ümitle bekleniyordu.

Milli Nizam Partisi'yle başlayan ve Fazilet Partisi'ne intikal eden siyasî süreçte yaşayanlar, aslında Türkiye'nin iki yüzyıllık modernleşme hikâyesinin çarpıcı ve düşündürücü bir bölümü şeklinde yorumlanabilir. Bu zaman zarfında din, toplum ve devlet ilişkilerini sağlam bir zemine oturtamamış olmamızdan kaynaklanan sıkıntılar, çeşitli alanlarda görülse de en fazla siyasette ortaya çıktı. Bakış ve değerlendirme farklılıkların giderek derinleşmesi, içten içe artan toplumsal tedirginlikler, çekişmeler insanları mustarip kılan gelişmeler doğrudan siyasî alana yansıdı. Politikacıların derin bir iştahla soludukları gerilim ve politizasyon ortamı siyasi ihtirasları besleyen ve üreten bir alan oluşturdu.

Dine, esas anlamının dışına taşarak ve evrensel mahiyetine aykırı şekilde siyasal bir işlev yükleme çabaları ve bunu içeren siyasî hareketin çıkışındaki yanlışlıklar giderek derinleşti ve sonuna kadar devam etti. İnanç hassasiyetlerine ve beklentilerine hitap edilerek kazanılan dindar insanlara yaşatılan hayal kırıklıklarının, üzüntülerinin, sıkıntılarının vebal ve sorumluluğunu şimdiye kadar üstlenen çıkmadı. Ancak dini tefekkür hayatının tabii seyri içerisinde, çözüm sağlayabileceği pek çok önemli problem konunun siyasallaştırılması ölçüsünde cevapsız bırakıldı. Böylece bunlar giderek müzmin, çetrefil, karmaşık bir görüntü kazandı. Dinin tefekkür alanı giderek daraltıldı; siyasetin doğasından kaynaklanan hâta ve zaaflar, düşünce yanlışları hiçbir haklı nedene dayanmadan dine izafe edilmeye çalışıldı.

Bu durumun doğmasında gerilmenin, çekişmenin diğer tarafını oluşturanları, yani "bilimsel bilgiyi" kutsallaştırarak çağdaşlık ve ilericilik adına ideolojik bir tahakküm aracı kılmaya çalışanları belirtmek gerekir. Günümüzün bilim ve felsefe anlayışının gerisinde kalan ve bu sebeple çoktandır modern düşünce hayatının dışında bırakılan arkaik pozitivist zihniyeti müzelerden toplayarak günümüze ve uygulamalara taşımak isteyenlerin varlığı bu çekişmelerin esas sebebidir. Bunların toplumsal alanlarda ve yönetimde etkili hâle gelmelerinde, İslâmı siyasal alanda temsil iddiası taşıyan politikacıların söz ve davranışlarında görülen zaafların hatâların düşünce yapılarındaki yetersizliklerin önemli rolü oldu. Sonuçta, meselâ baş örtüsünü elbirliğiyle siyasî hesaplaşma aracı hâline getiren iki taraf, binlerce insanın büyük ıstırap çekmelerini, rencide edilmelerini ve hattâ toplum hayatının dışına itilmelerini sağlamayı başardılar.

İnanca, akla, sosyolojik gerçeklere ve çağdaş zihniyete uygun çözüm yollarını bulmak gerekirken, oluşturulan kavga ortamının hazırladığı siyasal kazanımların peşine düştüler. Rejimin kaderini getirip kıyafete kilitlemeyi başarırken AB gibi bireysel liberal kriterleri temel birliktelik ilkesi olarak benimseyen bir yapıya dahil olma çabası içerisindeki ilk ve tek ülke konumunda bulunduğumuzun farkında mıyız? Fazilet Partisi'nin irticanın odağı hâline getirildiği gerekçesiyle kapatılması problemlerin çözülmesi anlamına gelmiyor. Bu siyasî geleneğin büyük yönetim yanlışlarına, metod ve üslûp zaaflarına rağmen büyük bir toplumsal tabanının varlığını kimse inkâr edemez. Üstelik bu kitle siyasî akışkanlığı en az olan siyasi tercihini kolay değiştirmeyen, manevi motivasyonu yüksek bir kesimdir. Mahkeme hükmüyle milyonlarca taraftara sahip bir siyasî ekolü ortadan kaldırmak şimdiye kadar mümkün olmadığına göre, bu insanların siyasî alana katılımı nasıl sağlanacaktır? Bu sorunun cevabını sağlıklı şekilde vermeden ülkemizde demokratik bir nizâmın ve bunun da ötesinde toplumsal huzurun sağlanması mümkün müdür? Kamusal alanın sınırlarını keyfi şekilde belirleyerek, toplumun bir kesimine Türkiye'nin zencileri muamelesini yapmak çağdaş kriterlerle bağdaşır mı? Bu soruların cevabının verileceği yer Sayın Mustafa Bumin'in dediği gibi Anayasa Mahkemesi değildir. Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin hazırlıklar pekâlâ genişletilebilir, toplumun geniş kesimleriyle danışılıp işbirliği yapılarak kapsamlı bir yeniden yapılanma projesine dönüştürülebilir. Bunun kimin öncülüğüyle, nasıl ve nerede gerçekleşeceğine ilişkin cevaplar bulunamayışı temel problemimiz ve hattâ başlıca çıkmazımızdır. Türkiye evrensel demokratik ilklere uygun olarak insana saygılı çoğulcu bir yönetim tarzını benimsemek, bunun yasal ve kurumsal engellerini bir an evvel ortadan kaldırarak uygulanmalarını sağlamak zorundadır. İnanç ve değerler bu alanda en güçlü dayanaklardır, birlik ve bütünlük unsurlarıdır: Bir taraftan başta AB ile ilişkilerimiz olmak üzere temel politik hedeflerimizin bu yönde olduğunu açıklarken, antidemokratik Jakoben uygulama heveslerini, totaliter yönetim tamlananı hangi adla olursa olsun, gündeme taşımaya çalışmanın anlamı yoktur. Bu çabalar sadece sosyal huzursuzlukların artmasına yol açar; Türkiye'yi üçüncü dünya ülkeleri kategorisine doğru iteler.

Fazilet Partisinin kapatılma kararı, ülke meselelerini doğru, gerçekçi ve serin kanlı şekilde yeniden düşünmeyi, öz eleştiri yapmayı herkese nerede hata yapıldığını araştırmayı sağlayabilirse, daha huzurlu ve aydınlık günlerin kapılarını aralamaya vesile olabilir.