Yeni Yüzyılda Türkiye'nin Vizyonu
Nuri Gürgür (Türk Yurdu Dergisi,Aralık 1999-Ocak 2000)
AGİT Zirvesine katılma üzere Türkiye'ye gelen ABD Başkanı Clinton'un gerek TBMM'de gerekse ülkemizde bulunduğu süre zarfında yaptığı diğer konuşmalar önemli mesajlar içeriyordu. Özellikle Türkiye'nin jeopolitik konumu ve stratejik değeri üzerindeki ifadelerin daha evvel Amerika'da başka toplantılarda da belirtilmesi bunların sıradan diplomatik iltifat değil. ABD'nin Avrasya politikasındaki önemli parametreler şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor.
Clinton'un konuşmalarında satır aralığına ustalıkla yerleştirdiği başka mesajların varlığı ve bunların bazılarının Türkiye'nin milli politikalıyla bağdaşmayan istekler oluşu bile, ülkemizin gelecek yüzyılın siyasi ve ekonomik seyrinde önemli rol sahibi olmasına ilişkin tespitlerden duyulan memnuniyeti azaltmadı. Arka arkaya yaşanan depremler, ekonomik ve sosyal sıkıntılarla bunalımlı bir dönemden geçmekte olan Türk toplumunun önemli moral kaynağı olan bu sözlere şu sıralarda gerçekten ihtiyacı vardı.
Clinton'un sözleri, ciddi incelemelerden ve tespitlerden sonra Amerika'nın Dış Politika stratejileri olarak oluşan resmi devlet tespitleridir. Burada Türkiye'ye, Kafkasya'ya, Orta Doğu ve Türkistan'a doğru önemli bir misyon yüklenmektedir. Gelecek yüzyılda enerji kaynakları konusu hayati bir önem kazanacaktır. Hazar ve çevresinde son yapılan araştırmalar çok büyük çapta petrol ve doğal gaz varlığının işaretlerini vermiştir. Bu alanların siyasi ve askeri açıdan istikrarlı ve güvenilir bir yapıya sahip olması Orta Doğudaki petrol alanlarının da etkilemektedir. Bölge ülkeleri açısından Türkiye'den başka, Amerika'nın güvenilir müttefik olarak değerlendirebileceği istikrarlı başka devlet yoktur. Türkiye'nin dışında ikinci bir bölgesel güç olarak değerlendirilebilecek İran, ABD için hala potansiyel tehlike konumundadır. İran ve Suriye de ise yarının bile meçhul oluşu Orta Doğu istikrarının tehlikeye düşürdüğü gibi, Amerika'nın hiçbir zaman vazgeçemeyeceği İsrail'in de varlığına tehdit teşkil etmektedir. Bütün bunların yanı sıra bir de Rusya ve Çin faktörleri vardır.
Rusya yakın zamanlarda kadar iki süper güçten biri iken, bunu ansızın kaybetmiş olmanın şokunu hala atlatabilmiş değil. Rusların asırlardan bir hayallerini süsleyen sıcak denizlere inme projelerini tamamen unutmalarını ve kendilerini bulundukları coğrafyayla sınırlı alana tahsis etmelerin kimse beklememelidir. Nitekim daha şimdiden Dünya, emperyal refleksler olarak nitelendirilebilecek Rus çıkarlarına şahit olmaktadır. AGİT toplantısı günlerinde de başka Yeltsin olmak üzere çeşitli Rus yetkililer, Amerika'nın NATO'yu doğuya doğru genişleterek, Kafkasya'yı kontrol altına alarak kendilerini tecrit politikası izlediğini iddia ettiler. Rusya'nın Çeçenistan'a yönelik vahşice saldırıların temelinde aynı mantık vardır. Çeçenistan gibi bir milyondan az nüfusa sahip ufak bir ülke karşısında mağlubiyeti kabul etmek ve bağımsızlıklarına izin vermek Kafkasya'ya yönelik bütün niyetlerinin tükenmesi anlamına gelir. Bu sebeple ekonomik şartların elverişsizliğine rağmen ellerindeki bütün imkanları kullanarak insanlık dışı bir katliamı gerçekleştirmeye Çeçensiz bir Çeçenistan yaratarak zafer kazandık demeye hazırlanıyorlar.
Rusya'nın Çeçenistan'dan sonraki hedeflerinin başta Gürcistan ve sonra Ermenistan olmak ihtimali büyüktür. Bunları da hallettikten sonra Azerbaycan'a karşı şiddetli bir Rus baskısı gündeme gelecektir. Böyle bir kötü senaryonun tahakkuku Türkiye ve Türk dünyası açısından tam bir felaket olur. Asırlardır beklediğimiz imkanların tahakkuku söz konusu iken, yeniden Rus emperyalizminin hortlaması anlamına gelecek bu gelişmeler karşı zaman geçirilmeden tedbirler aramak mecburiyetindeyiz.
Rusların Bakü-Ceyhan petrol ve doğal gaz hattına karşı gösterdiği tepkinin temelinde, ekonomik şartlardan ziyade stratejik kaygılar yatmaktadır. Zira doğu batı enerji güzergahı sadece Azerbaycan'ı değil Hazar çevresindeki ülkeleri de Türkiye üzerinden Akdeniz'e bağlayacaktır. Her şey normal gederse 2010 yılında Azerbaycan'ın milli geliri 10 misli, Türkmenistan'ın 7.5 misli, Kazakistan'ın 6 misli artacaktır. Bir başka ifadeyle ekonomik patlama yapacak olan Türk Cumhuriyetleri Rusların emperyalist hülyalarına kesin şekilde set çekecekler, İvan yeniden Moskova çevresine dönecektir.
Rusya'nın güney politikalarından tedirgin olan ve başta Bükü-Ceyhan olmak üzere bu açıdan önem taşıyan projelere destek veren Amerika'nın bir diğer endişe kaynağı Çin'dir. Çin'in bugünkü gelişme hızıyla önümüzdeki yüzyılda hem doğusuna hem de batısına yönelik baskı yapacağı bilinen bir şeydir. Çin'in Türkistan üzerine muhtemel tazyiki karşısında bu bölgenin bir an evvel güçlendirmesi ve mukavemet şartlarının sağlanması gerekmektedir. Bütün bu hususların yerine getirilmesini sağlayacak anahtar ülke Türkiye'dir. Amerika Türkiye'nin tarihi ve kültürel bağlarıyla, yetişmiş insan potansiyeliyle siyasi ve sosyal dokusuyla önemini ısrarla vurguluyor. Amerikalı yetkililer Türkiye'yi "stratejik müttefik" olarak değerlendirdiklerini sık sık açıklıyorlar ve ülkemizin "gereklerini yerine getirmesi halinde" gelecek yüzyılın belirleyici gücü olacağını ifade ediyorlar.
Bunlar ekonomik sıkıntılardan bunalan depremlerle yıkılan ülkemiz için elbette sevindirici gelişmeler. Ancak Clinton'un satır aralarına yerleştirdiği ufak fakat çok anlamlı anektodları ihmal edemeyiz.
Amerika'nın Avrasya politikalarında stratejik müttefik olarak gördüğü Türkiye'den Kıbrıs ve Ege politikalarında uyumlu ve uysal bir davranış beklediği aşikar. Gerçi Türklerin hassasiyetlerini bildiklerinden AB ülkeleri gibi kaba ve nobran bir üslup kullanmıyorlar, ancak neticede istedikleri aynı kapıya çıkıyor. Bunun yanı sıra Türkiye'nin Güney Doğu politikasına ilişkin istekler de belirtiliyor.
Avrupa Birliği'nin Helsinki toplantısından evvel Türkiye'nin mutlaka bazı jestler yapması yolundaki talepler, açıklanan Amerikan görüşleriyle birleşince Türkiye önemli bir dış tazyikle karış karşıya kalıyor. 17 Ağustos depreminden sonra teşekkül eden insani ortamı siyasi bir manevra olarak kullanmaya çalışın ve bütün dünyaya anlaşma yanlısı mesajları ileten Yunanistan Helsinki Zirvesi yaklaştıkça gerçek amaçlarını ortaya koymaya başladı.
Yunanistan-Türkiye'nin aday ülke olarak iki temel isteğini vazgeçilmez şart olarak belirtiyor. Kıbrıs ve Ege'de kendi tezleri Türkiye tarafından kabul edilmediği sürece vetolarını kaldırma niyetinde olmadıklarını giderek daha net şekilde vurguluyorlar.
Avrupalılar Türkiye'nin aday ülke olmasının kendilerin hiçbir ilave yük getirmeyeceğini nihayet anladılar. Tam tersine bu yeni pozisyonunu daha fazla baskı yapma imkanı sağlayabilir.süresini tayin imkanı tamamıyla kendilerine ait bir bekleme döneminde, ödevi şeklinde dikte edecekleri taleplerinin yerine getirilmemesi halinde, münasebetlerin gelişmemesinden sorumlu olarak Türkiye'yi ilan etmeleri çok daha kolay olacaktır.
Türkiye'nin şu sıralardaki tavrı AB ülkelerine ve Yunanistan'a bekledikleri tavizlerin verilmeyeceğini göstermektedir. Apo'nun idam konusunun Yargıtay'da bekledikleri tavizlerin verilmeyeceğini göstermektedir. Apo'nun idam konusunun Yargıtay'da onanmaması hususundaki yoğun baskıya karşı Türkiye bir hukuk devleti olduğunun ve kanunların uygulanmasının dış etkilerle değişmeyeceğini bütün Dünyaya gösterdi. Başta Almanya'nın Ankara Büyükelçisi olmak üzere, bazı diplomatların bu konuda küstahlık derecesine varan hezeyanları, Türkiye'yi hala geçen yüzyılın zayıf ve çaresiz Osmanlı'nın durumunda göstermelerinde kaynaklanan müdahale denemeleridir. Yunanistan ise yıllardır izlediği husumet politikasını aniden değiştirilmiş görünerek ancak bu alicenaplığına (!) mukabil Türkiye'nin vereceği iki küçük (!) tavizle ülkemizin AB'nin bekleme odasına alınmasına lütfen icazet verecek.
Çok yönlü, çok merkezli bunca komplonun karşısında serinkanlılığımızı koruyarak, gücümüzü, imkanlarımızı iyi hesap ederek çıkmak zorundayız. Brezinski'nin veciz ifadesiyle "büyük oyun"un piyonu olmamak, çıkarlarımızı korumak, itilip kakılmamak için milli politikalarımızın çok dikkatli şekilde tanzimi gerekiyor. Geçmişte sık sık yaptığımız temel hataların tekrarlanması halinde bunların telafi zamanı yoktur. Bizim uzun yıllar görmezlikten geldiğimiz jeopolitik özelliklerimizi, stratejik değerlerimizi Amerika kendi çıkarları için bile olsa bize hatırlatıyor. Helsinki'nin çok önemli bir şey getireceğini ancak bir şeyler götürmemesinin bile kazancımız olduğunu iyice bilmeliyiz. Buna mukabil şu ana kadar çok ciddi ve etkili bir girişimimiz olmayan Avrasya politikalarımızın yeniden gözden geçirilmesini sağlamalı, yeni yüzyıla baş rollerde olmayı hakkedeceğimiz yeni bir vizyonlar germeyi başarmalıyız.