Seçimlere Çeyrek Kala Siyasi Tablo
7 Haziranda yapılacak seçimlerin günler kala sonuçlar üzerinde tahmin yapmak giderek zorlaşıyor. Partilerin düzenledikleri mitinglerde meydanlar dolup taşıyor, ancak bu yüksek katılımların toplumsal bir coşkuya dönüşmediği, liderlerin konuşmalarının, vaatlerinin heyecan oluşmadığı görülüyor. Bu ruh halinin siyasetteki karşılığı yapılan anketlere de yansıyor. Bu konuda çalışan şirketlerin açıkladıkları rakamlar halen seçmenin %15 ila 20’sinin hangi partiye oy vereceğine karar vermediğini gösteriyor. Türkiye’de hiçbir seçim döneminde seçimlere az bir süre kala kararsızların oranı bu derece yüksek olmamıştı. Bütün partiler ortada görülen bu yedi sekiz milyon seçmeni etkilemeye, desteğini almaya çalışıyor.
Sonuçları etkileyebilecek, bir diğer unsur yurtdışındaki seçmenlerin durumudur. Oy verme işlemleri artık olabildiğince kolaylaştırıldığı için katılımın çok yüksek olacağı tahmin ediliyordu. Fakat yurtdışında oy kullanabilecek durumda olan bir milyon sekiz yüzbin seçmenin ilgisinin beklentinin çok altında kaldığı görülüyor. Süre 31 Mayıs da bitecek olmasına rağmen, şuana kadar kullanılan oy sayısı beş yüzbini ulaşamadı. AK Parti, yurtdışında açık ara önde olduğu kanaatiyle bu kanaldan iki puanın karşılığı olan bir milyon oy bekliyoruz. Ancak katılımın beklentinin çok altında olacağının anlaşılması sonucu bu durum doğal olarak partinin oy oranına olumsuz yansıyacaktır.
Ak Parti’nin bir başka tedirginliği, 2015 seçimlerine gidilirken, gerek önceki üç seçim döneminde, gerekse 2010 Anayasa Referandumu sırasında teşkilatlarını diri ve canlı tutan, taraftarlarının seferber olmalarını sağlayan motivasyonun, yüksek gerilimin yerine, parti bünyesinde gözle görülür bir rehavetin, ataletin yaşanmakta oluşudur. Bunda 3 yıllık iktidar döneminin oluşturduğu yorgunluğun, kanıksamanın etkisinden fazla, başka faktörler rol oynuyor. Partinin teşkilat yapısında ve özellikle üst yönetim organlarında kendi kökeninden gelmeyen, yakın zamana kadar farklı siyasi kuruluşlarda ve medyada yer alarak iktidar ve dönemin başbakanını sert şekilde eleştiren pek çok ismin, ihtida ederek, bir “U” dönüşü yaparak liderin çevresinde yer almaları, itibar görmeleri, önemli rol oynuyor. Parti ile fikri ve ideolojik bağlantıları olmayan bazı yazarların çok yüksek ücretlerle yandaş gazetelerle yer bulmaları, partinin sözcüsü konumuna gelmeleri harekete yıllardır hizmet eden, bu uğurda çeşitli baskılara direnmiş olan kesimlerde hoşnutsuzluğa yol açıyor. Üç dönem kuralının vesile yapılarak geleneksel siyasi kadroların tasfiyesi anlamına gelen tercihler, ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın küskünlerin sayısını artırıyor.
İç bünyedeki ortamı yakından gözlemleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, durumu toparlamak için seçim kampanyasını doğrudan üstlenmeye, meydanlara inmeye karar verdi. Bir aydan fazladır giderek yükselen bir tempoyla çalışmalarını sürdürüyor. Açılışlar yaparak, esnafı, tüccarı, muhtarları toplayarak, çeşitli kuruluşların toplantılarına katılarak, iktidarın icraatını öven konuşmalar yapıyor; muhalefet partilerini sert şekilde eleştiriyor. Halka kime oy vermeleri gerektiğini anlatıyor.
Bu durum doğal olarak muhalefet partilerinin tepkilerine yol açıyor. Bunun sonucu olarak Cumhurbaşkanlığı makamı, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı olduğu, D.P. amblemli bastonla dolaştığı 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı dahil, yakın siyasi tarihimizde benzeri görülmeyen tarzda polemiklerin, tartışmaların hedefi haline gelmiş bulunuyor.
Cumhurbaşkanın tavrına yol açan temel neden son 3 aydır yapılan anketlerde ortaya çıkan tablodur. Sayın Erdoğan’ın en önemli özelliklerinden birisi, seçmenin siyasi tercihlerini, eğilimlerini, birkaç firmaya düzenli şekilde yaptırdığı anketlerle çok yakından izlemekte oluşudur. Son aylarda AK Parti’nin oylarının düzenli şekilde düşmekte oluşu karşısında doğrudan müdahale etmeyi zaruri gördü. Şurası bir gerçektir ki, Erdoğan’ın başında bulunmadığı bir AK Parti’nin tek başına iktidarda olmayı sağlayacak oy oranını elde etmesine imkan yoktur. Demokratik geleneklerin, anayasal yetkilerin siyasi hesaplarla zedelenmesi, makamın tarafsızlık ilkesine aykırı şekilde tartışmaların tarafı haline gelmesinin sakıncaları giderek daha net şekilde ortaya çıkıyor. Sistemin bu şekilde tıkanmasına yol açan tutum ve davranışlar, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, YSK ve RTÜK başta olmak üzere bir hukuk devletinin temelini oluşturan kurumların işlevlerini yapamaz haline gelmesine yol açar. Bunun sonucu olarak 60 yıllık çok farklı dönemde çeşitli nedenlerle tam olarak yerleşmeye, kökleşmeye fırsat bulamayan demokrasimiz, hukuk devleti yapımız büyük zarar görür.
HDP’nin parti olarak seçimlere katılmakta oluşu, onu 7 Haziran seçimlerinin “kilit partisi haline getirmiş bulunuyor.” Ancak HDP’nin barajı geçmesi kolay değil. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın aldığı %9,7’lik oyu ölçü olarak almak yanlış olur. Çünkü o seçimden katılım çok düşüktü, %74 de kalmıştı. Oysa 7 Haziranda katılımın %85 in üzerinde olması muhtemeldir. Yani HDP için tahmin yapılırken, Cumhurbaşkanlığı seçimi değil 2011 genel yahut 2014 yerel seçimlerinin il genel meclisi oyları esas alınmalıdır. Bunlara bakılarak bir değerlendirme yapıldığında, HDP’nin ilave en az iki milyon oya ihtiyacı olduğu görülür. Bu amaçla HDP Güneydoğu bölgesinin dışında Batı ve Orta Anadolu’da yaşayan Kürt kökenli yurttaşlar üzerinde yoğun bir kampanya yürütüyor. Bölgedeki aşiret reisleri, kanaat önderleri, sivil toplum temsilcileri vasıtasıyla hemşerilik ilişkileri de kullanılarak ‘bu defa oyumuz HDP ye’ şeklinde psikolojik telkinler yapılıyor. Bu kampanyanın etkisiyle AK Parti’den HDP’ye oranı henüz bilinmemekle beraber, bir oy kaymasının olacağı kesindir.
Diğer taraftan AK Parti tabanında açılım sürecine, İmralı ile yürütülen görüşmelere duyulan rahatsızlıktan dolayı MHP’ye ciddi bir oy kaymasının olduğu görülüyor. Sonuç da hem MHP’ye hem HDP’ye iki yönlü bu oy kaymasının sandığa ne ölçüde yansıyacağı 7 Haziran akşamı ortaya çıkacaktır.
Bütün bu ihtimaller göz önüne alındığında, AK Parti için HDP’nin barajın altında kalması hayati önem taşıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan propaganda çalışmalarını bu istikamette yürütüyorlar. Zira HDP’nin barajı geçip geçmemesi 60 civarında milletvekiline tekabül ediyor. Yani iktidarın kaderi anlamına geliyor.
Bu seçim kampanyası süresince yapılan tartışmalar, eleştiriler, suçlamalar demokratik düzenin sağlıklı ve istikrarlı şekilde işlemesi için gereken diyalogu ortamının ciddi şekilde zedeliyor. İktidar kendi taraftarlarını coşturmak, saflarını sıklaştırmak, pekiştirmek amacıyla tansiyonu sürekli yüksekte tutmayı tercih ediyor. Bu taktik siyaseten doğru görülse bile muhalefetle köprülerin atılmasına neden oluyor.
Muhalefet partilerinin toplu halde illegal örgütlerle ilişkide olan “altılı çete” şeklinde tanımlamanın makul ve rasyonel bir gerekçesi olabilir mi? Çete diye suçlanan siyasi partilerle yarın T.B.M.M. verimli iş birliği nasıl sağlanacaktır? Bu olmadan Meclis’in fonksiyonunu yerine getirmesi demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin yasama faaliyetlerine katılmaları mümkün olabilir mi? Muhalefet kanalının çete olarak tanımlanıp devre dışına itildiği bir düzene demokrasi denilebilir mi?