Yargıda Başörtüsü Serbestisi Meselesi

HSYK Genel Sekreterliği Yargıtay’ın sorusu üzerine hakim ve savcıların görevleri esnasında başörtüsü takmalarıyla ilgili açıklama yaptı. HSYK Genel Sekreter Yardımcı’sının imzasıyla Yargıtay’a gönderilen cevabî yazıda kamuda başörtüsü serbestisi sağlayan yönetmelik değişikliğinin Hakim ve Savcılar için başörtüsü yasağı getirmediği belirtilerek, dolaylı olarak takılabilirliği ifade ediliyor.

 

HSYK, tepkiler üzerine bir açıklama yaptı; bu yazıyla sadece bir tespit yapıldığını, “Hakim ve Savcılar başörtüsü takılabilir denilmediğini, mevzuatın röntgeninin çekildiğini ve ilgili yere belirtildiğini ifade edildi.

 

Yargıçlar Sendikası ise, Yargıtay Başkanlığı’nın bünyesinde görev yapan kadın yargıcın görevi sırasında nasıl giyilmesi gerektiğini HSYK ya sormasını “skandal” olarak nitelendirdi; bunun “bir emir talimat alma refleksi” anlamına geldiğini, öte yandan HSYK Genel Sekreterliğinin üyelere sormadan, onların görüşünü almadan kurul adına görüş bildirmesinin “hadsizlik” olduğunun öne sürdü.

 

Bu tarz bir yazının, hem usul hem de esas yönünden Türkiye’nin önüne ciddi sıkıntılar getirmesi kaçınılmazdır. Sendikanın da belirttiği gibi de, Yargıtayın böyle bir konuda kendisi karar vermek yerine, HSYK dan görüş istemesi yüksek mahkemenin konumu ile bağdaşmıyor. Diğer taraftan kurulun genel sekreterliğinin kendini bu konuda tespit yapmakla yetkili görmesi yalnıştır. Bunu yaparken HSYK mevzuatının vermediği bir yetki kullanılmıştır.

 

Bu açıklama üzerine isteyen kadın hakimler mahkemelerde, duruşmalar sırasında başörtüsü takmaya başlıyacaklardır. Bunun sonucu olarak, yargının özelliğinden dolayı başka kamu kurumlarında yahut okullarda yaşanmayan sorunlar ortaya çıkacaktır.

 

Bir hakim duruşma sırasında karşısındaki davalı yahut davacının dini inancını, mezhebini, zihniyetini bilmeden yargılama yapar. Talepleri, iddia ve savunmaları, delilleri, ifadeleri dikkate alarak, değerlendirerek hüküm verir. Keza davalı yahut davacı, hakimin şahsi inancının, görüşünün etkisinde kalmadan konuya tarafsız ve objektif baktığına inanmak durumundadır. Hukukun gereğini yerine getirilmesi, adaletin tecellisi mahkemelerde bu ortamın varlığına sıkı sıkıya bağlıdır.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başörtüsünün  dini bir simge olarak gören kararları var. Bir kadının başını örtmeyi inancının gereği olarak görüp gereğini yapmasını herkes saygıyla karşılamalı, yadırgamamalıdır. Bunu yapmayı uzun yıllar ülkemizde ideolojik bir yaklaşımla, laisist bir anlayışla red eden, gericilik ve rejim karşıtlığı sayan tavırlardan dolayı Türkiye’de gereksiz tartışmalar, gerginlikler yaşandı. Kadınlarımız bu yüzden çok sıkıntı çektiler. Bu problemlerin büyük ölçüde aşılmış olması insan hakları, demokrasi ve toplumsal huzur açısından sevindirici bir kazanımdır.

 

Ancak HSYK’nın açıklaması meseleyi farklı bir boyuta taşımaktadır. Çünkü bir hakimin başörtüsü takması görevi dolayısıyla kendi özel alanına münhasır kalması zorunlu olan inancının dışa vurulması anlamına gelir. Dinî, mezhebî yahut felsefî görüş ve inancı hakime hanımdan farklı olan, hatta zıddıyet taşıyan bir kişi, hakkında verilen hükmün bu farklılıkdan kaynaklandığını düşünmeyecek midir? veya hakimin kendisine karşı, tavrından rahatsızlık duyarsa, başörtüsü takmasını bir nevi “ihsas-ı rey” olduğunu öne sürüp “redd i hakim” talebinde bulunursa ne olacak? Bu mahkemenin hükmünün belirli yargılama aşamalarından sonra, nihai olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmesi durumunda, kararlarının “iç hukukumuzun üzerinde” olduğunu anayasa değişikliği yaparak kabul ettiğimize göre, tavrımız ne olacak? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “yargılama ortamı hertürlü dini simgeden arındırılarak tarafsızlığını sağlanması gerekirken buna uyulmamıştır.” şeklinde bir karar verirse buna uyacak mıyız?

 

İslamla ilgili konular, inanç meseleleri kendi esasları üzerinden yorumlanıp çözümlenmesi gerekirken, siyasi hesaplar uğruna kullanılmaya çalışıldıkça, çözüm bulmak bir yana, sorunlar daha da büyüyor. İktidarı elinde bulunduran siyasetçinin, dini araçlaştırmak istemesinin sonucu sadece toplumun huzuru bozulmakla kalmıyor, temel anayasal organlar ve kurullar bundan büyük zarar görüyor. Çünkü iktidar imkanlarıyla, gücüyle buralarda göreve getirilen, ikbal yolu açılan insanlar hukukun, anayasanın gereğini yapmak yerine, güç sahiplerine kendilerini beğendirmek, sadakatlerini göstermek ihtiyacı duyuyorlar.

 

HSYK Genel Sekreterliği hem usul hem de esas yönünden tartışılan bu açıklamayı yapmakla belki birilerini hoşnut etmiş oluyor; ama ülkemiz açısından çok yönlü büyük bir hukuki sorunun kapısını açmış bulunuyor.