Bu Aymazlıkla Nereye Kadar?
Suruç’ta 31 vatandaşın ölümüne 100’den fazlasının yaralanmasına yol açan intihar saldırısı, ülkemize yönelik tehlikenin ciddiyetini bir kere daha gözler önüne serdi. Suriye ve Irak’ta yaşanan otorite boşluğundan yaralanıp güçlenen IŞİD (DEAŞ) ile Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin desteği sonucu fiilen devletleşme aşamasına gelen PKK-PYD, Türkiye’ye karşı giderek artan çift taraflı baskı ve tehdit oluşturuyor. Türkiye bugün 1. Cihan Savaşı döneminden bu yana yaşadığı en ağır güvenlik ve beka sorunlarıyla karşı karşıyadır.
Ortadoğu'da hüküm süren etnik ve mezhebi kanlı çatışmalar, Irak ve Suriye devletlerinin dağılması, PKK-KCK üzerinden yürütülmekte olan ayrılıkçı-ırkçı siyasi Kürtçülük hareketine konjonktürel destek sağlıyor. HDP’nin eş başkanı sırtlarını PYD’ye YPG’ye dayadıklarını öğünerek açıklıyor.
Eldeki bulgular Suruç’taki saldırının henüz resmen açıklanmasa bile, IŞİD tarafından yapıldığını işaret ediyor. Terörü, şiddeti yöntem olarak kullanan, varlığı vahşet boyutuna ulaşan, kanlı eylemlerle güçlendirmeye, yaygınlaştırmaya çalışan IŞİD’in, ülkemiz içerisinde her an bir katliam yapabilecek potansiyeli olduğunu herkes görüyordu. Seçim döneminde önce Adana’da Mersin'de, ardından Diyarbakır’da bunu açıkça göstermişti. Bu açıdan bakıldığında Suruç’ta yaptığı katliam sürpriz değildir. Bu saldırıyı serinkanlılıkla düşünmek, değerlendirmek, karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin varlığını çeşitli açılardan, çapı ve ciddiyetiyle orantılı şekilde değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Bunu yapmak yerine, olay siyasi ve ideolojik polemiklere malzemeye yapılırsa, 6-7 Ekim’de yapıldığı gibi, toplulukları kışkırtacak, yönlendirecek ajıtasyon unsuru şeklinde kullanılmaya çalışılırsa bundan kimse kazançlı çıkmaz; etnik fiili yönetenler kendilerini bir kere daha teşhir etmiş olurlar.
Yakın zamana kadar Türkiye’nin karşısında başlıca tehdit odağı olarak siyasi Kürtçülük hareketini organize eden PKK-KCK örgütü vardı. Sorun iç meselemizdi. Birkaç yıl önce Irak ve Suriye’de meydana gelen gelişmelere paralel şekilde ortaya çıkan, El-Kaide’nin farklı bir türevi olan, çok geçmeden Selefici-Cihadist akımların ana merkezi haline gelen IŞİD bugün yeni bir tehdit unsuru olarak karşımızda duruyor.
ABD ve Batı, bölgede IŞİD ile savaşacak muharip unsur sıkıntısı çekerken, PKK stratejik bir atak yaptı ve ABD’nin alandaki silahlı gücü haline geldi. Washington’dan silah ve mühimmat dahil her türlü desteği almaya başladı. ABD her zamanki gibi ikili oynadı. Bir taraftan PKK’yı terör örgütü olarak nitelendirirken, onun uzantısı olduğu, doğrudan Kandil’den yönetildiği herkesçe bilinen PYD’yi müttefik olarak bağrına bastı. Türkiye’nin itirazlarına kulak vermedi.
Suriye’nin kuzeyinde desteklediği kantonal oluşumun PKK’nın ana hedefi olan dört ülkede (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) kurulacak federatif eyaletlerle büyük Kürdistan projesinin tetikleyicisi olacağını bilmemeleri düşünülemez.
PKK-KCK yakaladığı konjonktürel avantajdan, Türkiye içerisinde de azami şekilde yararlanmaya çalışıyor. 7 Haziran seçimlerinin sonucu ve HDP’nin başarısı hem terör örgütünün yöneticilerine hem de taraftarlarına büyük moral kazandırdı, cesaret verdi. Devletin, güvenlik politikalarını ve uygulamalarını son yıllarda devreden çıkarmış olması, her şeyi çatışmasızlığa bağlayıp, bunu başarı sayması PKK-KCK’nın işinin çok kolaylaştırdı. Bölgenin tamamında KCK sistemini hayata geçirerek, vatandaşları sadece kendi sözünü geçtiğini inandırarak, silahlı tehdidinin varlığını her an hissettirerek “öz yönetimini” oluşturacak bir ortam yakaladı. Devlete açıkça meydan okuyorlar, yolları kesiyorlar, araçları ve şantiyeleri kesiyorlar; örgüte biat etmeyen halkı göçe zorluyorlar. Son olarak Adıyaman’da bir askerimizin şehit olması PKK’nın belirlediği hedeflerden geri adım atmaya niyeti olmadığını gösteren örneklerden biridir.
Türkiye’nin kimsenin görmezlikten gelemeyeceği güvenlik ve beka sorunları mevcuttur. Bunlar bir taraftan içimizdeki aymazlıklardan, yanlış politikalardan diğer taraftan küresel güçlerin bölgemiz üzerindeki niyetlerinden kaynaklanan olumsuz faktörlerle giderek ağırlaşıyor.
Suruç’taki vahşet, güvenlik ve istihbarat zaaflarının boyutunu bir kere daha ortaya koydu. Bunu kimse siyasi mülahazalarla, particilik kaygılarıyla tevile kalkışmamalı. Aslında bu yeni bir sorun değil 6 Hazirandaki Diyarbakır saldırısının fali bilinmesine rağmen etkisiz hale getirilmemişti; bu başlı başına bir skandaldır. Böylesine bir olay gelişmiş bir medeni ülkede yaşansaydı sorumlulardan hesap sorulurdu. Ciddi bir etraflı araştırma yapmak bir yana, olaydan en ufak bir ders çıkarılmadığından Suruç’daki saldırı meydana geldi. Bu tarz aymazlıklar, beceriksizlikler, sorumsuzluklar devam ettiği sürece yeni faciaların yaşanması kaçınılmaz hale gelir.
Bir taraftan PKK-KCK elini kolunu sallayarak projelerini hayata geçirmeye çalışıyor; diğer taraftan Selefici-Cihadist örgütler, hükümetin kararsızlığından ütopik heveslerinden yararlanarak taraftar topluyorlar, taban oluşturuyorlar. Bayram sabahı Ömerli Barajında IŞİD sempatizmanı yüzlerce insan internet üzerinden organize olarak bir araya gelebiliyor; devlete tehdit mesajları veriliyor. Terör ve istihbarat sorunlarıyla uğraşması gereken devlet organları, servisler bu esnada ne yapıyor, hangi konularla ilgileniyor bilmiyoruz. Hükümet yetkilikleri bu kanallardan gelen raporlar, değerlendirmeler, öneriler varsa bile, anlaşılan inceleyecek fırsatı bulamıyorlar. Güney hudutlarımız kevgire dönmüş durumda, her gün kim oldukları belirsiz yüzlerce insan giriş—çıkış yapabiliyor. IŞİD’İn Türkiye içerisinde binlerce sempatizmanı bulunduğu sayılarının her geçen gün çoğaldığı ifade ediliyor. El-Kaide’nin değişik versiyonları Hizbu-t Tahrir gibi unsurlar selefici İslamcılık anlayışını yaymak maksadıyla yoğun şekilde çalışıyorlar; neşriyat yapıyorlar. Bunlara karşı devletin etkili bir politikası var mı?, bilmiyoruz, görmüyoruz.
Türkiye gibi içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya, çökertilmeye çalışılan bir ülkenin her şeyden önce iyi ve doğru işleyen bir haber alma mekanizmasına ihtiyaç vardır. Amerika ve Almanya gibi ülkeler başta olmak üzere, yabancı servislerin teknolojiyi kullanarak nefes alışımızı bile kontrol edebildiği, en kritik devlet meselelerimizden, Dışişleri Bakanlığındaki görüşmelerden, konuşmalardan, bile haberdar oldukları yabancı basında yazılıp konuşuldu. Buna karşılık bütçemizden çok büyük meblağlar ayrılan, her türlü teknik imkanı, en gelişmiş araçlara sahip kılınan istihbarat kuruluşlarımızın hali ortada.
Siyasi sadakat ve bağlılık kriterlerinin esas alındığı, uzmanlık kalitesini, niteliğin ve becerinin göz ardı edildiği servislerden siyasi amaçlarla yararlanabilirsiniz; buralardan siyasi rakiplerinizi, karşıtlarınızı etkisiz hale getirecek malzemeler topluyabilirsiniz. Fakat bu kurumların varlık nedenleri olan esas hizmet alanlarla ilgili belirli bir destek sağlayamazsınız.
ABD’nin küresel bir güç olmasında, haber alma ve bunları değerlendirip, sonuç çıkarma konularındaki organizasyonlarının rolü bir sır değildir. Devletin güvenliğinden sorumlu merkezleriyle ilişkili olan düşünce ve araştırma kuruluşları bilimsel yöntemleri kullanarak hazırladıkları raporları düzenli şekilde yöneticilere aktarırlar, sağlıklı karar almalarını yardımcı olurlar. ABD başkanları bunları şahıslarına bağlı, siyasi hedeflerine ve hesaplarına hizmet veren kanallar şeklinde kullanmaya çalışmazlar. Bu kurum ve kuruluşlar Amerikan yasalarının, hukuk sistemine belirlediği çerçeve içerisinde işlevlerini yapmaya çalışırken, hiçbir yönetici bunları siyasetçinin enstrümanı konumuna dönüştürmeyi düşündürmez.
Türkiye’nin mevcut problemlerini çözmek için evvela bu hukuk ortamını oluşturulması, devletin, kurum ve kuruluşlarıyla anayasada belirlenen çerçevede işler hale getirilmesi gerekir. Bunun için tarafsız ve bağımsız yargının olması, devletin bütün karar ve işlemlerini denetleyecek kuvvetler ayrılığının varlığı şarttır. Bu hususta zaaf yaşanıyorsa, kuvvetler ayrılığı kağıt üzerinde varmış gibi görünse bile, fiilen engelleniyorsa, hukuk devleti kurumsal anlamda ciddi bir yara almış olur ve sistem şahsa bağlı otoriter rejime dönüşür. Kurumların başına getirilen kişiler, devlete hizmet yerine otoriter güce biat etmeye tercih ederler.
Hem devlet, hem de toplum olarak, düşünme ve görme kabiliyetimizi körelten aymazlıklardan kurtulmak, bir an önce derlenip toparlanmak zorundayız. Parti hesaplarının ön planda olduğu, siyasi dağınıklık ve belirsizlik ortamında bunu yapmak kolay değil. Gelişmiş ülkelerde ülkenin yönetimi sadece siyasetçilerin karar ve tercihlerine bağımlı değildir. Ana konularda onlara yön veren, akli selim sahibi insanların etkili olduğu bir kamuoyu baskısı vardır. Siyasetçiler, makam sahipleri buralarda söylenenlere, yazılanlara itibar ettiklerinden, yanlışlarını gurur meselesi yapmadan düzeltme imkanı bulurlar. Türkiye’de hemen her şey siyaset alanı ile sınırlı kaldığından, siyasetçiler görüş ve tercihlerinin keramet olduğuna inandıklarından bunları değiştirmek bir yana tartışmayı bile zaaf sayarlar.
Türkiye bu açmazdan bir an önce kurtulmak zorundadır. Osmanlı döneminde aymazlığın, hikmet-i hükümet saplantılarının nelere yol açtığını Balkan faciası sırasında yaşayıp görmüştük. Aynı acıları, telafisi mümkün olmayacak kayıpları yaşamamak için sorumluluk sahibi herkesin, siyasetçisiyle, aydınlarıyla ortak paydalarda buluşması gerekiyor.