Emperyalizm-Oryantalizm Ve IŞİD - İnsanlığın Ortak Sorunları

Paris’te 130 dan fazla insanın hayatını kaybettiği katliam,  IŞİD terörünün bir bölgeyle sınırlı sorun olmadığını, sınırları aşan uluslararası nitelikte bir tehdit oluşturduğunu göstermiştir.  Başta Suriye ve Irak olmak üzere, pek çok İslâm ülkesini kasıp kavuran kanlı çatışmalara yıllardır seyirci kalan Batı’lılar, şimdi terör vahşetiyle yüz yüze kalmanın şokunu yaşıyor.

 

Fransızlar bu çapta bir saldırının güvenlik önlemlerinin üst düzeyde olduğuna inandıkları başkentlerinde yapılmış olmasını barbarların meydan okuması olarak algılıyorlar. Cumhurbaşkanı Hollande en sert şekilde karşılık vermekte kararlı olduklarını ifade ediyor. Yaşanılan duygusal anafor doğal olarak bir süre devam edecektir. Ancak olayın travmatik etkileri uzarsa ve daha fazla derinleşirse, başta Fransa’da olmak üzere, Avrupa’da ırkçılık eğilimlerinin güçlenmesi, irrasyonel politikaların ortaya çıkması, toplumsal gerilimin artması, kalıcı hasarların oluşması kaçınılmaz olacaktır.

 

Fransa Avrupa’da en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkedir. Çoğu eski sömürgeleri Kuzey Afrika kökenli olan Müslümanlar aynı zamanda vatandaş statüsüne sahiptir. Varoşlarda çok yoksul şartlar altında yaşamaya çalışırlar. Fransa hapishanelerindeki tutukluların %70’i Mağrip’li Müslümanlardır.

 

1789 Devrimi’nden bu yana özgürlük, eşitlik, kardeşlik bayrağını taşımakla övünen Fransa’da, bu sloganla bağdaşmayan bir Müslüman düşmanlığı mevcuttur. Irkçı partinin oldukça güçlü bir toplumsal tabanı bulunuyor. Başta Paris olmak üzere, Müslüman nüfusunun yoğun olduğu şehirlerde Müslümanlar karşılaştıkları ayrımcılığa, haksızlığa tepki gösterirler, sık sık protesto gösterileri yaparlar. Polisin sert şekilde müdahale etmesinin, ayrımcılık yapılmasının etkisiyle genç Müslümanlar arasında oluşan öfke giderek nefrete dönüşüyor. Böylece radikal selefici eğilimlerin yayılmasına elverişli bir zemin doğuyor. Bazı araştırmalar IŞİD’e katılmak üzere Suriye’ye gidip bir süre kaldıktan sonra dönen 11 binden fazla Fransız vatandaşının olduğunu gösteriyor.

 

Son bir yıldır ölümü göze alarak Avrupa ülkelerine gitmeye çabalayan, büyük kısmı Suriye orijinli sığınmacıların sayısının 10 binlere ulaşmış olması Avrupa genelinde büyük bir korkuya, endişeye, hatta paniğe yol açıyor. Göçü önlemek için bir çok Avrupa ülkesi olağanüstü önlemler alıyor, hudutlarını kapatıyor. Ege’de, Balkanlar’da yaşanmakta olan sığınmacı trajedilerinin ardından kapılarını açan Almanya Başbakanı Merkel’e ülkesinde sınırların kapatılması yönünde yoğun baskı yapılıyor.

 

AB ve Almanya Türkiye’nin göç dalgasını durdurması, hatta sığınmacıların geriye dönmelerine izin vermesi karşılığında büyük maddi yardım yapmayı öneriyorlar. Ancak Türkiye’nin bu tuzağa düşmesi, ülkemizin sığınmacı kampı haline gelmesine hangi gerekçeyle olursa olsun izin verilmesi intihar anlamına gelir.

 

Cumhurbaşkanı Hollande’ın, IŞİD’e karşı ilan ettikleri savaşın terör örgütüyle sınırlı olacağını, bunun hiçbir kültüre ve inanca yaygınlaştırılmayacağını belirten sözlerine rağmen, Batı toplumlarında ve siyasetçilerinde mevcut İslâm karşıtlığının hızla yükselmesi kaçınılmaz görünüyor. Sığınmacılar meselesi dolayısıyla ön plâna çıkmaya başlayan ırkçı Fransa Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen, Paris katliamını vesile yaparak isteklerini sıralıyor; İslâmî örgütler yasaklansın, radikal oldukları belirlenen camiler kapatılsın, nefret söylemi yapanlar sınırdışı edilsin, yasal yollardan gelmeyen sığınmacılar geriye gönderilsin. Gerek Fransa içerisinde gerekse birçok Batı Avrupa ülkesinde benzer görüşleri paylaşan pek çok siyasetçi var. Fransa’da üç ay sonra yapılacak olan yerel seçimler nedeniyle bu tarz söylemler sadece Le Pen ile sınırlı kalmayacak, diğer partiler de seçmenin desteğini alabilmek için bu paralelde politikaları savunacaklardır.

 

Sığınmacıların dalga dalga Avrupa ülkelerine geçmeye çalışmaları Batılı toplumlarda kendi kültürlerine, inançlarına, ekonomik ve sosyal yapılarına yönelik büyük bir tehdit şeklinde algılanıyor. Soğuk savaşın bitmesinden sonra ortaya çıkan İslâmofobi (İslâm korkusu) Paris saldırısından sonra pek çok Avrupa ülkesinde sadece psikolojik bir tavır olarak kalmayacak, siyaseti, yönetimleri yönlendiren en etkili unsur haline gelecektir. Bunun sonucu olarak Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızı zor günler bekliyor. Diğer taraftan Türkiye’nin Almanya ve Fransa gibi ülkelerle ilişkilerinde bu gelişmelerin olumsuz yansımaları görülecektir.

 

İslâmofobinin giderek derinleşmesi, Batılıların meseleye daha geniş açıdan ve serinkanlılıkla bakmalarını engelliyor. Toplum kesimlerinde ve dolayısıyla siyasi çevrelerde tarihten gelen şuuraltındaki tedirginlikler, korkular, düşmanlıklar yeniden yaşanmaya başlıyor. ABD’nin 2003’teki ikinci Irak operasyonunun nelere yol açtığını, 60 yıldır bölgenin kanayan yarası olan Filistin sorununun travmatik etkilerini, Asya’dan Afrika’ya kadar Müslüman halkların yaşadığı yoksulluğu, çaresizliği ne görüyorlar ne de bu tablodaki sorumluluklarını kabulleniyorlar. Beş yıl öncesine kadar gündemde hiç olmayan IŞİD sorunu nasıl ortaya çıktı? Britanya’dan daha büyük bir toprak parçası üzerinde nasıl egemenlik kurdu? Yoğun hava operasyonlarına ve karadan yapılan girişimlere rağmen neden çökertilemiyor? Aynı günlerde Mısır’da, Lübnan’da, Türkiye’de ve son olarak Fransa’da yüzlerce insanın ölümüne neden olan terör saldırılarını yapacak kapasiteyi nasıl buluyor?

 

Bugün Avrupa’yı dehşete düşüren yüzbinlerce sığınmacı bütün varlıklarını geride bırakarak neden yollara düştü? Suriye harabeye dönmemiş olsaydı bu insanlar evlerini barklarını terk etmek zorunda kalırlar mıydı? Bir yandan ABD, İsrail ve diğer Batılı ülkeler, diğer yandan Rusya ve İran Orta Doğu coğrafyasına egemen olmak, bölgenin zengin kaynaklarına el koymak için tam bir aç gözlülükle vekâlet savaşları yürütüyorlar; etnik ve mezhebi fay hatlarını kışkırtarak devreye sokarlarken, Büyük İsrail Projesi uğruna Filistinlilerin yaşama hakları ellerinden alınırken, hukuk, adalet ve insan hakları gibi evrensel değerler rafa kaldırılırken bölgede huzur ve istikrar nasıl sağlanır? Ezilen, mağdur edilen milyonlarca insanın tepkisi ve öfkesi güç kullanılarak bastırılabilir mi?

 

Fransız devriminin özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganının açılımı, insan hakları bildirisi sadece Batılılara ve Hıristiyanlara münhasır bir hak mıdır? Paris’teki katliama gösterilen tepkiler Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de son on iki yılda üç milyondan fazla insanın ölümüne, sekiz milyondan fazla insanın sığınmacı haline gelmesine yol açan faciaya neden gösterilmez; onlar da insan değil mi?

 

Diğer yandan Müslüman aydınların, alimlerin ve siyasetçilerin “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri” ile yüzleşmeleri gerekiyor.  Çünkü İslâm âleminin en az 300 yıldır sürüp gelen problemlerinin temelinde Batılıların bencil ve çıkarcı tutumlarının, izledikleri emperyalist politikaların büyük payı olmakla beraber, bu durum Müslümanların bilgisizlikten, cehaletten, yetersiz eğitimden kaynaklanan yanlışlarını görmezlikten gelmelerine gerekçe olamaz. Suçu sürekli başkalarına yüklemek kolaycılığından kurtulmaya mecburuz. İslâm, dünyada korkulan bir din haline geliyorsa mesele sadece geleneksel ehl-i salip zihniyetinden, oryantalist tavırlardan kaynaklanmıyor. IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi radikal hareketlerin doğmasına yol açan tefekkür zafiyeti, selefi İslâmcı-cihatçı eğilimlerin yaygınlaşması, binlerce Müslümanın düşünce dünyasını ve günlük yaşayışını etkilemesi tüm Müslümanların ilgilenmesi gereken hayati bir problemdir. Tarihte var olan İslâm medeniyeti ciddi bir eğitimle, çabayla kendini yetiştiren, fikir ve düşünce derinliği bulunan mütefekkirlerin, ilim insanlarının, alimlerin eseridir. Müslümanlar artık bilimle, teknolojiyle barışmak zorunda olduklarını, bilgi çağında yaşadığımızı, bu günkü kalitesiz eğitimle ne İslâm’ı ne de Dünya’yı anlamalarının mümkün olmadığını görmek zorundadırlar. Uzağa gitmeye hacet yok; ülkemizdeki eğitimin kalitesi ortadadır. Anaokulundan üniversiteye kadar tel tel dökülen bilimsel değerlendirmelerle ilgili araştırmalarda sonlarda gezinen, dünyadaki en iyi üniversiteler tasnifinde yer alamayan bu günkü eğitim yapımızla küresel rekabet ortamında etkili bir yerimizin olacağını düşünmek hayaldir. Aslında Türkiye ve İran bilimsel performans olarak gelişmiş ülkelerin gerisinde kalsalar bile, İslâm dünyasının genel seviyesinin üzerinde bir yere sahipler. Ama bu durum sorunu çözmüyor, bilimsel zafiyeti ortadan kaldırmıyor.

 

Halen Pakistan’da Afganistan’da geleneksel sistemle eğitim veren binlerce medrese ve buralarda okuyan on binlerce öğrenci var.  Ama bu eğitim tarzı Pakistan’ın Hindistan ile yaşadığı ekonomik, teknolojik ve politik rekabette gerilerde kalmasını önleyemiyor.

 

Hem Batı’nın hem de İslâm âleminin daha büyük acılar yaşamaması için vakit geçirmeden kendilerini sorgulamaları gerekiyor. Aksi halde otuz yıl kadar önce Huntington’un ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” senaryosu gerçeğe dönüşür.  IŞİD terörünün belirli bir bölgenin dışına çıkarak kıtalar arası alana yayılmakta oluşu ciddi bir ikaz olarak algılanmalıdır. 11 Eylül’den bu yana yaşananlar hiçbir ülkenin güvende olamayacağını, sorunun belirli bir coğrafyayla sınırlı kalmayacağını ortaya koymuştur.

 

Batılılar, polisiye önlemleri artırarak, sınırlarının duvarlarını yükseltip “demir perde”ye dönüştürerek, emperyalist-kolonyalist politikalarını sürdürerek, Müslüman coğrafyasını acımasızca talan ederek huzur ve güven içerisinde yaşayamazlar; mutlu olamazlar. Terör belasını bir şekilde karşılarında buluverirler.

 

İslâm âlemi ise artık gerçekleri doğru okumak zorundadır. İslâm’da şiddet yoktur diyerek, din adına ortaya çıkan radikal cihatçı eğilimlerin genç zihinleri nasıl zehirlediğini görmezlikten gelerek, meselenin tarihi ve teolojik yönlerini bir tarafa bırakarak Müslüman halkların yaşadığı sorunlara çözüm bulamazlar.

 

Batılı devletler, geleneksel oryantalist bakış tarzından kaynaklanan politikaları terk etmeli, bunun yol açtığı hasarları görmeli, farklı kültürleri “ötekileştirmek” yerine daha adil ve insani ilişkiler kurmak üzere empati yapmalıdır. Milyonlarca Filistinliye reva görülen muamelenin insani, vicdani bir yanı var mıdır? Irak ve Suriye’nin harabeye çevrilmesinin, yaşanılamaz hale gelmesinin sorumlusu kimlerdir? Bu gibi konular enine boyuna düşünülüp değerlendirilmeden evrensel hukuk ilkelerinin, insan haklarının savunuculuğunu yapmanın gösteriden öte bir anlamı olmaz.

 

Müslüman toplumlarsa insanca yaşayabilmek, haklarını ve çıkarlarını korumak, sömürülmemek için öncelikle eğitim kalitelerini, bilimsel seviyelerini yükseltmek, eğitimli ve yetişmiş insan gücüne sahip olmak zorunda olduklarını artık görüp anlamalıdırlar. Selefici – cihatçı akımlara karşı İslâm devletleri İslâm’ın doğru anlaşılması ve anlatılması maksadıyla işbirliği yapmalıdır.

 

El-Kaide ve IŞİD gibi akımlar birer “sonuç”tur; sebepler ortadan kaldırılmadığı sürece sorun çözülemez. Bugün yaşanan acılar, sıkıntılar gelecekte de yaşanmaya devam eder.