Yücel Hacaloğlu – Ülküsünü Hayatının Anlamı ve Gayesi Sayan Bir Dava Adamı
Öz omuz yüküdür herkesin yaşı
Derdi sırdaşıdır, fikri sırdaşı
Dönüp mizacıma kahır, gözyaşı
Sevinç de keder de geçmez kahırsız.
Fikirler selinde akandan beri
Ayıramadım ben hayırdan şerri,
Dökülmüş ömrümün yaprak yılları
Bahçesi virane, bağı çepersiz.
Bahtiyar Vahapzade
Ademoğlunu dünyada takip eden musibetlerin başında sevdiklerinden ayrılmak gelir. Yücel’i kabrine yerleştirirken bunu söyleyenin kastının hangi tarz ayrılık olduğunu bilmesem de, en fazla vedalaşmanın bu tarzına uyduğunu düşünüyordum.
O, benim yarım yüzyıllık dostumdu. 1960’ın ilk aylarında Türk Yurdu dergisinin tarihi Türk Ocağı binasındaki idare odasında tanıştık. Galip ağabeyi ziyarete gelmişti. Derginin Mehmet Çavuşoğlu ile birlikte İstanbul temsilcisiydi. Ankara’ya fazla gelmezdi; ama ben o yıllarda öğrenci dernekleri faaliyetleri vesilesiyle İstanbul’a sık giderdim. Haberleşmemiş bile olsak, Atsız Bey’in Maltepe’deki evi ve Marmara Kıraathanesi birlikte olabildiğimiz mekânlardı. Uzun konuşmasını sevmezdi, ama çok dikkatli ve ilgili bir dinleyici idi. Konuşulan konunun arka plânına dikkati çekecek yahut farklı bir açı getirecek tarzda sorularıyla sohbeti yönlendirmeyi iyi bilirdi. Konuşmalarında da yazılarında da tartışmaya girmezdi; her zaman sabırlıydı. Gazetecilik tekniğinin esası olan kısa ve öz anlatım kuralını titizlikle uygulardı.
Yedek Subay öğretmen olarak 60’ların ortasında Kırıkkale’ye gelmişti. Hemen her hafta sonu Üniversiteliler Kültür Derneği’nde buluşurduk. Sonraki yıllarda hem evini Ankara’ya nakletti, hem de evlenip Ankara’ya yerleşti. Bu dönemde ahbaplığımız kısa süre sonra derinleşip kalıcı bir dostluğa dönüştü.
Hayatını ilk gençlik yıllarından itibaren benimsediği Türk milliyetçiliği fikrinin ahlâkî ve manevi esaslarına her bakımdan uyarak yaşadı. Ömrünün sonuna kadar çizgisinde en ufak bir değişim olmadı. Fikir ve düşüncelerinden hiç taviz vermedi, idare-i maslahatçı olmadı. Hangi ortamda olursa olsun, muhataplarının sıfatı ve makamı ne olursa olsun görüşlerini, düşüncelerini açıkça söyler, inandıklarını savunurdu. Onurluydu, vakarlıydı; karakteri yüksek şahsiyetli bir Türk milliyetçisiydi. Maddi ve şahsi dünyevi anlamda hesabı ve beklentisi bulunmuyordu. Varlık nedeninin fikirleri ve davası olduğuna inanan, bunları hayatına yansıtan, dava adamlığı kimliği ile yaşadı. Türk milliyetçiliği fikrinin milli, ahlâkî ve manevi sorumluluklarını yerine getirmek yerine, bunların sadece söylemiyle yetinen, bol bol konuşan, şahsî, maddi ve mesleki bir çıkar yahut kariyer aracı gibi kullanmak isteyenlere değer vermez, bu tiplerin camianın asalakları olduğunu söylerdi.
Geniş bir siyasi, sosyal ve mesleki çevresi, çok sayıda ahbabı vardı. Karşıt görüştekiler dahil kimseye husumeti yoktu; herkesten saygı görürdü. Geniş çevresinin imkânlarından, nüfuzundan şahsı yahut ailesi için hiçbir talebi olmadı ama yöneticiliğini yaptığı Türk Ocağı söz konusu olduğunda, ısrarla talep etmekten, kıyasıya pazarlık yapmaktan geri kalmazdı.
Çalışmayı, okumayı severdi. Çok zengin bir arşivi vardı. Türk Ocakları’yla ilgili araştırmalar, tespitler yaptı; pek çok belgeyi kaynaklarından bulup çıkardı. Kitap ve broşür halinde yayınlanmalarını sağladı. Hazırladığı Türk Ocağı Kurultayları ile ilgili hacimli kitaplar gelecek nesiller için emsalsiz bir belge niteliği taşımaktadır.
Türk Ocağı Genel Başkanlığım döneminde Yücel’in büyük destek ve yardımları oldu. Art düşüncesi bulunmayan, göründüğü gibi olan güvenilir bir insandı. Dışarıdan soğuk ve ciddi bir görünümü olmasına karşı, doğuştan gelen mizahi bir yönü, espri kabiliyeti vardı. Çok hoş bir sohbet adamıydı. O’nu şimdiden arıyor ve özlüyorum. Çünkü güzel olan çok şeyleri giderek kaybediyoruz. Özellikle yaraya merhem olabilen o güzel insanları, güvenilir dostları.
Mekânı Cennet, ruhu şad olsun.